Günümüzde fena halde revaçta olan Marvel ve DC Comics’lerin sinema macerası aslında bundan dokuz yıl önce de yaygındı ve farklı şeyler yapmak gene büyük bir risk taşıyordu. Çizgi roman üstadı Frank Miller’ın meşhur serisi Sin City’yi de, Hollywood kalıplarına uydurmadan özgün ruhunu koruyarak piyasaya sürmek, takdir edersiniz ki pek kolay iş değildi. Miller, henüz daha genç ve tecrübesiz zamanlarındaki Robert Rodriguez’i de yanına alıp Quentin Tarantino’yu yardımcılığa oturtarak bu projeye dalmış ve belki de hiç beklemediği kadar büyük bir yankı uyandırmıştı. Sin City, son derece orijinal bir kalemden çıkmış, cinselliği, şiddeti ve kanı esirgemeyip daha çok yetişkinlere hitap eden çizgi romanı, “R rated” damgasını göze alarak olduğu gibi perdeye yansıtan oldukça ilginç bir üsluba sahipti ve kimisinin nefret edeceği, kimisinin ise zevkten bayılacağı bir havası vardı. Nitekim kısa sürede kendi hayran kitlesini de elde etmişti fakat nedense devam filmi ta dokuz yıl sonra geldi.
Akla ilk gelen soru belli; ikinci bölüm niçin bu kadar gecikti? Belki de Miller ile Rodriguez’in farklı projelerde yer almalarından dolayıdır, gerçi kendileri de cevaplayamadıktan sonra kim bilir? Önemli olan aradan geçen dokuz yılın devam filmine yarayıp yaramadığı. Doğrusunu söylemek gerekirse de dört dörtlük vaziyetteki ilk filmin mirasından beslenen ve üzerine fazla bir şey katmaksızın sadece gelişmiş teknolojinin nimetlerinden faydalanarak aynı tadı yakalamaya çalışıp bunu da başaran bir yapım duruyor karşımızda. Zaten neyse ki Miller ve Rodriguez, kült filmler arasına katılan eserlerine yakışacak bir devam filmi çekecek kapasitede bir yönetmen ikilisi. Yalnız diğer taraftan da tek tek değerlendirildiklerinde yönetmenlik becerilerinden bir parça kuşku duymamak da elde değil. Sin City’den bu yana geçen zamanda, teki The Spirit ile beklenmedik derecede büyük bir hayal kırıklığı yaşatırken diğeri de Machete gibi ortalamayı ancak tutturabilen B tipi filmlerle kariyerini sürdürmüştü. Yani ayrıldıklarında ortakken yakaladıkları başarıdan eser yoktu ve sanki adeta birbirlerinin tamamlayıcısı gibiydiler.
Bunu kendileri de anlamış olacak ki, en nihayetinde tekrar bir araya gelme kararını almışlar. Dokuz yıllık duraklama döneminden sonra Miller-Rodriguez ikilisi Quentin Tarantino’nun eksiğini hiçbir şekilde hissettirmeyerek hikayeyi kaldığı yerden devam ettiriyorlar. İlk filmdeki gibi yine sert, güçlü ve sevdikleri/korudukları kadınlar uğruna ölebilecek/öldürebilecek üç erkeğin birbiriyle kısmen paralel ilerleyen ve bir şekilde bağlanan öykülerine tanık oluyoruz. Film ilkine kıyasla daha derli toplu bir açılış yapıyor, ilerleyen sürelerde en sık karşılaşacağımız Marv karakteriyle ve onun dış ses anlatımıyla yola koyuluyor. İlk hikaye, hileci kumarbaz Johnny’nin Marcie adındaki bir striptizciyi şans meleği diye yanına alıp şehrin en tehlikeli adamı Senatör Roark’ı pokerde göz göre göre kızdırarak başına açtığı büyük belaya odaklanıyor. İkinci hikayede, ilk filmden tanıdığımız, tek aşkı Hartigan’ın ölümünü hala sindirememiş, üzüntüsü taze ve öcünü almakta kararlı dansçı Nancy ve onu koruyan iyi yürekli dev adam Marv ile karşılaşıyoruz. Hemen peşinden gelen üçüncü hikaye ise filmin ana hikayesi…
Geçirdiği ameliyat sonrası yüzü ve görünümü baştan aşağı değişmiş bir şekilde karşımıza çıkan Dwight McCarthy’nin etrafında şekillenen bölümde kendisini, hayatında sıfırdan temiz bir sayfa açmak için uğraşırken görüyoruz. Ne var ki, işler umduğu gibi gitmiyor ve geçmişte acı bir şekilde kalbini kırıp onu terk eden, üzerine de Damien Lord adında milyarder bir adam ile evlenen büyük aşkı Ava’nın, kocasını şikayet ederek yardıma muhtaç zavallı ayaklarında kapısını çalmasıyla kendini tekrar tehlikenin ortasında buluyor. Ava’nın baştan çıkarıcı güzelliği karşısında Basin şehrinde kimseye güvenilmeyeceğini unutan Dwight, hazır kıç tekmeleyecek birilerini arayan Marv’dan da yardım isteyerek Ava’nın uğruna öldürmek ve ölmek üzere kolları sıvıyor. Bu esnada Old Town’daki eski dostu Gail’e de uğramayı ihmal etmiyor. Anlayacağınız, ilk filmin neredeyse aynısı bir olay örgüsü ve benzer hikayeler var yine. Üçünün kesişim noktası Kadie’s Club, hepsinin -uzaktan ya da yakından- ortak hedefi de Roark.
Hikayesine bakıldığında, zaten kara film janrının gerektirdiği, aşk, ihanet, intikam, suç, para, femme fatale, tuhaf tiplemeler ve kasvetli mekanlar gibi hemen hemen her türlü temayı kullanan Sin City’nin alıştığımız çizgi romanlardan ayrışıp uçuk bir film noir havasına bürünmesindeki en etkili unsur da, şüphesiz Miller’ın yarattığı alternatif kabus dünya. Amerika kıtasına yerleştirilmiş bu hayali şehirde, adından da anlaşılacağı üzere aklınıza gelebilecek her türlü günah gece gündüz demeden işleniyor, sokaklar katil ve aşağılık insanlarla kaynıyor. Öldürerek hayatta kalınan bu şehir, tam anlamıyla cehennem gibi. Yalnız asıl dikkat gerektiren nokta ise bu cehennemin yansıtıldığı görseller. Miller-Rodriguez ikilisi, siyah beyaz çizgi romanın karelerini direk olarak alıp bilgisayarda şekillendirerek daha önce eşine rastlanmamış bir atmosfer yaratmışlardı. Bir bakıma çizgi romanı canlandırarak tamamen yeşil perde önünde, stüdyoda çekilmiş görüntülerin animasyonluğuyla filme tarif edilemez bir orijinalite kazandırmışlardı. Şimdi de gelişmiş teknolojiyle bunu bir tık daha ileri götürüyorlar.
Ayrıca bunun yanı sıra, siyah beyaz görüntülerdeki renklendirme numaralarının filme kazandırdığı estetik de gene fazlasıyla dikkat çekiyor. Bir bakıyorsunuz Ava’nın gözleri yeşil, pardesüsü mavi oluyor, Marcie komple renkleniyor veya Gail ile Nancy’nin dudakları kırmızı rujla kaplanıyor. Lakin dikkatinizi çektiği üzere -bazı kan efektleri ve model arabalar hariç- ilk filmde de olduğu gibi yine daha da cezbedici görünüp ön plana çıkmaları adına en çok femme fatale modeli, yani çekici, seksi ve ölümcül kadınlar renklendiriliyor. Buradan kadınların Sin City’nin en renkli karakterleri olduğu da anlaşılıyor.
Öte yandan A Dame to Kill For’un tüm teknik detayların yanı sıra ilk filmden üstün geldiği tek tük noktalardan biri ise iyice genişleyen yıldızlar geçidi. Haklı olarak rolü arttırılan Mickey Rourke, güzelliğiyle dikkatleri üzerine çeken Jessica Alba, olmazsa olmazlardan Rosario Dawson ve hayalet olarak görünse de varlığı yeten Bruce Willis’in yanına katılan, Josh Brolin (ameliyatlı Dwight), Jamie Chung (Miho karakterinde Devon Aoki yerine), Joseph Gordon-Levitt (Johnny), Dennis Haysbert (yeni Manute) ve filmin en gözde karakteri olup femme fatale tabirine cuk oturan Ava Lord’u harikulade bir performansla canlandıran Eva Green kadronun kuvvetlenmesine fazlasıyla yetiyorlar.
Uzun lafın kısası, A Dame to Kill For, pek bir yenilik getirmeyip ilk filmin gücüyle ayakta durduğu için tek başına değerli bir yapım olmaktan uzak. Fakat büyük ölçüde ilk filmin tadını yakalamayı başarıp devam filmi olarak bekleneni verdiği için seriyi ve çizgi roman sevenleri gayet memnun edecek bir iş olduğunu da belirtmek gerekiyor.
Günah Şehri: Uğruna Öldürülecek Kadın / Sin City: A Dame to Kill For
Vizyon Tarihi:22 Ağustos 2014
Yapımı:2014 – ABD
Tür:Aksiyon, Gerilim, Suç
Süre:102 Dak.
Yönetmen:Robert Rodriguez, Frank Miller
Oyuncular:Bruce Willis, Jessica Alba, Joseph Gordon-Levitt, Eva Green, Mickey Rourke
Senaryo:Robert Rodriguez, Frank Miller, William Monahan
Yapımcı:Robert Rodriguez, Frank Miller
Son Sözler
Frank Miller’ın, Robert Rodriguez ile birlikte aynı adlı meşhur neo-noir tarzı çizgi romanından perdeye aktardığı Sin City, kendi türünün içinde eşine rastlanmayan bir örnek olarak kısa sürede kült filmler arasına girmişti. Dokuz yıl sonra gelen devam filminde de, tekrar koltuğa oturan şapka fetişisti yönetmen ikilisi herhangi bir yeniliğe gitmeden ilkinin desteğiyle ayakta durabilecek bir iş çıkarmayı seçiyorlar. Neyse ki ilk filmin tadını büyük ölçüde vermeyi başarıyorlar. Adeta çizgi roman karelerini canlandırırmışçasına yarattıkları enfes görsellik ve renk oyunları yine filmin estetik açıdan en büyük dayanağı oluyor. Lakin bazı eksikler de yok değil, mesela hikaye anlatış biçimi ve olaylar neredeyse birebir şekilde taşındığı için bazı sahnelerin aşırı benzerliği biraz göze batabiliyor. Ama en nihayetinde seriyi sevenleri, yine de gayet tatmin edici bir devam filmi bekliyor.
- Yönetmen
- Oyuncular
- Teknik
- Müzik
- Senaryo