Bir zamanlar, Nikita ve Léon: Sevginin Gücü (hatta 5. Element ve Derinlik Sarhoşluğu’nu da dahil edebiliriz) gibi unutulmaz yapımlarla şanını yüceltip önemli yönetmenler kategorisine giren fakat sonrasında daha çok yapımcılık ile senaristlik kulvarına geçiş yaparak git gide değerini yitiren hafif çılgın Fransız sinemacı Luc Besson, son yıllardaki işleriyle de piyasa yönetmenlerinin arasından çıkıp kolay kolay eski saygınlığını geri kazanamayacağını kanıtlıyordu. Kendisi, son zamanlarda Hollywood’a yazdığı ısmarlama senaryolarla seri üretimlerin arkasında yer almayı iyice alışkanlık haline getirmiş ve yönetmenlik koltuğuna geçtiğinde de Arthur ile Minimoylar gibi vasat altı işlere imza atmaya başlamıştı. Geçen yılki kara mizah denemesi Malavita: Belalı Tanık’ta zar zor vasatı bulan Besson, ilk bakışta iddialı duran yeni projesiyle ise bir miktar hayal kırıklığı yaşatsa da neyse ki bu seviyeyi koruyabiliyor.
Besson, Lucy ile belki de son birkaç yıldır karaladığı çerçöp içinde ilk defa ana fikri ilginç bir hikaye yazıyor. Normal bir insanın beyninin yalnızca %10’unu kullanabildiğini savunan tezleri ele alıyor ve diyor ki, %100’üne ulaşırsak ne olur? Fikrinin bilimsel bir desteği olmadığını kendi de belirtiyor ama yine de bunu ciddiye almakta ısrar ediyor nedense? Bol aksiyonun yanında çok önemli sorular da soruyor ve kendi içinde tutarsız bir hal alınca film, insan neye dikkat edeceğini şaşırıyor. Scarlett Johansson’un, Under the Skin’deki Laura’sı ile Marvel’daki Black Widow’ının karması bir karakterde tüm çekiciliğiyle kötü adamları bir güzel haklayıp uçup kaçtığı ve Fransız sokaklarının yerle bir olduğu yani temponun tavan yaptığı seyir zevki yüksek sahnelere mi odaklanalım, yoksa Discovery Science’dan fırlamış evrenin doğuşuyla ilgili meselelerle kafa yorup bize yaşamın verildikten sonra onu nasıl kullandığımızı falan eleştirel bir şekilde düşünmeye mi çalışalım? Ben ilkini seçiyorum…
Meşhur Besson usûlü kadın karakterlerden biri Lucy de, başlangıçta sıradan ve hayli narin olup giderek güç kazanan ve tek kişilik dev kadroya dönüşen dişi kahramanlarından. Yalnız Lucy diğer Besson kızlarından bin kat daha yetenekli ve adeta bir mutanta benziyor. En azından Besson şunu düşünmüş (!), Lucy’yi direk anasının karnından süper insan olarak doğurtmuyor ve ilk etapta onun saf insan modeliyle de tanıştırıyor seyirciyi. Açılışta Tayvan’ın başkenti Taipei’de okuyan Lucy’yi, henüz birlikteliği çok taze olan, kirli işlere bulaşmış erkek arkadaşıyla birlikte bir otelin önünde, ne idüğü belirsiz bir çantayı sevgilisinin yoğun rızası üzerine otelde bekleyen Mr. Jang’e teslim edip etmeyeceğini tartışırken buluyoruz. Sonunda kaybeden Lucy oluyor ve otele girip çantayı Mr. Jang’e ulaştırmak zorunda kalıyor. Bunun üzerine çantanın içinden çıkan uyuşturucu ve dil uyuşmazlığından doğan anlaşmazlıklar derken, Lucy birden karnına yerleştirilmiş bir paket uyuşturucu ile birlikte Mr. Jang’in kuryesi oluveriyor.
Ardından da karnındaki paketin patlaması üzerine vücuduna sızan, hamile bir kadının rahmindeki bebeğin kemik gelişimine yarayan, fazlası ise vücuda atom bombası etkisi yaratan CPH4 maddesinden üretilen yeni model sentetik uyuşturucu ona doğaüstü yetenekler kazandırıyor. Zaten bu andan itibaren Lucy’nin sergilediği türlü numaralarla vakit öldürmeye başlıyorsunuz ve filmin ucuz bir aksiyondan öteye gidemeyeceğini de anlıyorsunuz. Beyin kapasitesi arttıkça, iletişim aygıtlarının içine girmekten zihin okumaya kadar her türlü kabiliyeti kazanan Lucy’yi giderek daha da kuvvetlenen bir süper kahraman olarak kabul ediyor ve yardım aldığı alık polislerle birlikte şehrin ortasında Uzak Doğulu mafya adamlarının hakkından gelişini zevkle izlemeye bakıyorsunuz. Aksi halde kafanızı işin ciddiyetine takar, filmin varoluşsal ve evrimsel konuları nasıl ahmakça ele alıp öylesine harcadığını düşünürseniz filmden nefret etmeniz bile mümkün.
Aslında film üzerinde düşünülmeyi pek hak etmediğinden burada biraz da kendi kendinize işkence etmiş olursunuz. Ama yine de insan aklına getirmeden edemiyor, filmin hayal gücünün sınırlarını zorlayabilecek müthiş çarpıcı, hakiki ve orijinal diyemesek de çekici bir bilim-kurgu eseri olabilecekken izle-unut tadında bir çerezlik olarak kalmasına çaresiz üzülüyorsunuz. Benzerlerine dönüp baktığımızda (çok uzaklaşıp Akıl Oyunları gibi yapıtlarla kıyaslamaya gerek yok) henüz üç yıl önce izlediğimiz Neil Burger imzalı Limitless mesela, Lucy’nin aksine en azından kendi içinde bir çelişkiye uğramamayı başarıyordu. Besson ise, inandırıcılıktan yoksun hikayesinin temelinde ‘tek geçerli ölçek zamandır’ demeye çalışıyor ama bunu diyebilmek için ıkınıyor resmen, aralara belgesel görüntüleri serpiştirmekten tutun evrim teorisini karıştırmaya kadar her yolu kazıyor ama mantıklı bir çıkış kapısı bir türlü bulamadığından boğulup gidiyor.
Tabii bir de tüm bilimsel mevzuların açıklanması için -çok lazımmış gibi- esas öyküye paralel eklenmiş bir profesör de eksik değil. Bir yanda Lucy, vücuduna sızan madde yüzünden can çekişip insanüstü bir varlığa dönüşürken diğer yanda da Professor Norman tarafından beynin yüzdelik kullanımıyla ilgili teoriler sunuluyor. Tahmin edersiniz ki ikisi bir noktada buluşuyor ve nihayetinde Norman, Lucy’yi yani sözüm ona evrenin sırrını bir USB olarak cebine atıyor.
Elbette Norman rolünde izlediğimiz kişi, profesör bozuntusu, bilge adam tiplemelerinin vazgeçilmezi Morgan Freeman’in ta kendisi ve bana kalırsa şu son oyunuyla da artık bu rolleri geri çevirmesinin zamanının geldiğini gösteriyor. Scarlett Johansson ise kamera açıları yüzünden her ne kadar seksiliğini sergilemeye fırsat bulamayıp Black Widow’daki performansını yakalayamasa da filmi hareketlendirmeye yetiyor. Güney Kore’nin büyük aktörü Min-sik Choi de beklendiği gibi bir kurtarıcılık sağlayamayıp harcanmış izlenimi yaratıyor.
Kısaca, Lucy beyninin yüzde 100’ünü kullanırken Besson kendisininkinin yüzde 10’unu bile kullanmak istemiyor ve güzel bir konuyu ucuzca harcıyor. Ortaya da, beyninizin yüzde 1’ini dahi kullanmadan izleyebileceğiniz vasat bir seyirlik çıkıyor.
Lucy
Vizyon Tarihi: 08 Ağustos 2014
Yapımı: 2014 – ABD , Fransa
Tür: Aksiyon, Gerilim
Süre: 90 Dak.
Yönetmen: Luc Besson
Oyuncular: Morgan Freeman, Scarlett Johansson, Min-sik Choi, Analeigh Tipton, Mason Lee
Senaryo: Luc Besson
Yapımcı: Luc Besson, Christopher Lambert