Daha çok “geç kalınmışlık, yaşamamışlık ya da yetersizlik hissi” ile kendini belli ettiği belirtiliyor. Kimisi bu sendromu “eyvah 30′uma yaklaşıyorum” diyerek, 25 yaşında da yaşamaya başlayabiliyor. Psikologlara göre, bu sendrom 25-35 yaşları arasında görülebiliyor ve aslında hem kadın hem de erkekler için “orta yaş bunalımı” denen dönemin başlangıcı olarak kabul ediliyor.
Uzmanlara göre 30 yaş, bir tür arada kalmışlık hissini yaşamayı sağlıyor. Sanki hayatın ortasına gelinmiş ve çocukluğa tamamen veda edilmiş gibidir. Bu yaş, “gelmeyen yetişkinlik” ya da “tutuklu kalmış ergenlik” olarak tanımlanıyor. “Sorunlu” dönemlerin yerini daha çok “sorumlu olma” dönemi alıyor. Söz konusu sendrom; geç kalmışlık hüznü, başaramama kaygısı ve bulunduğu durumu beğenmeme hâli” olarak kendini ortaya koyuyor.
Henüz evlenmeyen kadınlar, yalnız kalmaktan: kariyerinde istediği noktaya ulaşamayanlar, yetersiz ve başarısız olmaktan; evli, çocuklu ve kariyerlı olanlar ise; giderek artan sorumluluktan korkmaya başlayabiliyor. Bu yaşa kadar bireyin neleri yaptığı, neleri ürettiği, isteklerinin ne kadarını hayatına geçirdiği, sahip olduklarını gerçekten isteyip istemediğini sorgula-ma dönemi başlıyor.
Öte yandan, kadınların estetik kaygıları da bu dönemde artabiliyor. Bedeniyle, dolabıyla, aynalarla ve kendiyle çatışma hâli içine girebiliyor. Kedini önemli kararlar vermek zorunda hissedebiliyor ve “keşkeler” hayatın bir parçası olabiliyor.
TOPLUM VE AİLE BASKISI ETKİLİYOR
Aile başta olmak üzere, çevredeki insanların beklentileri genellikle tavan yapıyor. Evlenme çağına gelmişsinizdir artık. Eğer evliyseniz; bu kez de çocuk sahibi olma zamanınız çoktan gelmiştir. Toplum, kariyerinizde iyi bir yerde olmanız gerektiğini hissettirir ve tüm bu baskılar, sizi etkiler. Bir sıkıştırılmışlık ve baskı altında hissedebilirsiniz.
Özellikle annelik, kariyer ve ev kadınlığını aynı anda götürmeye çalışan kadınlarda sıkça yorgunluk gözlenebilirken, boşanmaların da en sık yaşandığı yaşlarır 30′lara tekabül ettiği belirtiliyor. Çünkü değişen beklentiler, geç kalmışlık duygu¬su, pişmanlıklar evlilik ilişkilerini de olumsuz etkileyebiliyor ve bireylerde hâlâ ye” bir yaşama başlama ümidi olduğu için, yaşadığı sorunlar karşısında boşanmayı tercih etmek, sıkça rastlanabilen bir durum hâline gelebiliyor.
Erkekler, kariyer kaygılarına yoğunlaşırken, mesleki başarı beklentileri artıyor vel evliliği ciddi olarak düşünmeye başlıyorlar. Kadınlar ise aile ve iş yaşamı arasında kalabiliyor ve anne olmak, giderek öne kazanıyor. Beden de meydana geler. Değişiklikler, sıkıntı ve kaygı uyandırabir, sosyal davranışlarda da değişim göz biliyor.
Göz çevrenizde beliren kaz ayaklarınızla, beyazlarınızla, genişlemeye başlayan fiziğinizle, bedeninizle, doğrularınızla, hatalarınızla, arkadaşlarınızla, olabildikleriniz ve olamadıklarınızla güzel bir yaştasınız. Hiçbir şey kaçıp gitmiş değil. 30′lu yaşların olumlu yanları arasında; daha hoşgörülü olmak, uzun vadeli düşünmek ve daha doğru kararlar, almak da var. Bir yandan kaçırdığınız fırsatlara yanarken, bir yandan da artık hayallerinizin bazılarından vazgeçmeye, daha gerçekçi hedefler oluşturmaya başlarsınız. ‘Peğişikliklere daha açıksınızdır. Büyük lafları eskisi kadar kolay edemiyorsunuzdur artık. Zamana karşı direnmeye çalışanın anlamak sizin için daha kolay olmuştur. Eğer, söz konusu sıkıntıları yaşıyorsanız, kendinize ve çevrenize bunları açıkça ifade etmekten çekinmemeli ve gerektiğinde bir uzmandan yardım alabileceğinizi unutmamalısınız.-
HAYATIMIZDAKİ YAŞ SENDROMLARI
18 yaş: Bu süreçte hem bedensel hem de ruhsal anlamda büyük değişimler yaşanıyor. Dolayısıyla hem aile için hem de kişi için sancılı bir süreç oluyor. Dünyada 18 yaş sendromu, ergenliğin dışında bir anlam daha taşıyor; reşit olmak. Üniversite için aileden uzaklaşmak ve artık kendi ayakları üzerinde durma zorunluluğu demek. Aynı durum, giderek ülkemizde de yaygın bir anlayış hâline gelmeye başlıyor.
24 yaş: Üniversite, askerlik derken hem iş hem de eş dönemi başlıyor. Bu yüzden 20′li yaşlar özellikle de 24 yaşında, işe girme endişesi ve bir düzen oturtabilme isteği, bunları başaramama korkusu bir arada yaşanıyor.
30 yaş: Aslında, İçinde bulunduğumuz zamana has bir sendrom olmakla birlikte, bu yaşları iyi atlatmak, diğerlerini de daha iyi geçirmeye işaret eder; bir tür hazırlık gibi…
40 yaş: Özellikle erkekler için riskli bir yaş sınırı. Uzmanlara göre bu yaştan sonrası iç sorgulamaların ve hesaplaşmaların yoğunlaştığı, ilişkilerin hoyratlaştığı yeni bir zaman dilimi hâline gelebiliyor. Tabii bu sendroma erkekler kadar kadınlar da kapılabiliyor. Gençlik yılları hatırlanıp “Nerede kalmıştık?” diyerek, imajda, hâl ve ta-vırlarda, yaşam şeklinde olmadık değişimlere gidilebiliyor. Özellikle erkeklerde yakın çevresini şaşırtacak cinsten her türlü radikal değişimler olabileceği gibi, kadınlar da ise menopozun başlangıç evreleri olabilir. Dolayısıyla, ergenlik dönemindeki psikolojik buhranlar yeniden yaşanabiliyor.
50 yaş: Erkekler için fiziksel değişimlerin başladığı yıllar. Orta yaş sendromu olarak da tanımlanan bu süreçte erkeklerde ve kadınlarda kronik ağrılar, yorgunluk, depresyon, sinirlilik, öfke gibi durumlar baş gösterebiliyor. Aslında daha önceki nesillerde bu yaşlar bilgelik yaşları olarak kabul ediliyordu. Aileyi ayakta tutan bağ olan, çocuklara ve torunlara hayat dersleri verilen çağlardı. Ama günümüzde gerek sosyal yapının değişmesi gerekse hormonal dengelerin bozulması sebebiyle bu dönemler hem kişi İçin hem de yakın çevresi için sendromlu geçebiliyor.
70 yaş: Özetle söylersek, yaşlılığın buh-ranları diyebiliriz. Ama anti-aging akımıyla (yaşlanmamak İçin zamana meydan okuma) 70, 80 ve hatta 90 yaşında bile, yaşından daha dinç ve mutlu insanlarla karşılaşıyoruz. Beden iyice eskimiş olsa da önemli olan, ruhun genç kalması. Birey, daha önceki sendromları sorunsuz atlattıysa, 70 yaşına ulaştığında bedensel hastalıklarının dışında bir şey, onu kolay kolay yıkamıyor.
Evet, uzmanlar bunlardan bahsediyor. Aslında, yoğun stres altındaki yaşamlarımıza her gün yeni bir sendrom ya da psikolojik rahatsızlık adı ekleniyor. Son yılların moda hâline gelenlerinden birisi de 30 yaş sendromu… Oysa, her yaşın ayrı bir güzelliği olduğunu, önemli olanın kaç yaşında olduğumuz değil, ne kadar doğru yaşadığımız olduğunu kavrarsak, bunların altından kal-kabiliriz. Bazen ne kadar çırpınırsak, çırpınalım değiştiremediğimiz ya da elde edemediğimiz şeyler olabilir. Neden mi? Çünkü her şeyin bir zamanı vardır ve her şeyin hayırlısını dilemek en güzel dualardan biridir… Nice güzel yaşlara…