Corona virüsü Nedir ? ve Ne Yapmalısın

[fvplayer id=”2″]

Aralık 2019’da, Çin yetkilileri ülkesinde yayılan virüs hakkında dünyayı bilgilendirdi.

İlerleyen aylarda virüs diğer ülkelere birkaç günde katlanarak artan vakalar halinde yayıldı.

Bu virüs, Şiddetli Akut Solunum Sendromu ile İlişkili Koronavirüs 2,Covid-19 adındaki hastalığa sebep oluyor. Halk arasında bilinen adıyla: Coronavirüs

Bir insana bulaştığında aslında ne oluyor ve biz ne yapmalıyız?

Bir virüs aslında genetik materyaller ve birkaç proteinin etrafını saran bir kabuktan başka bir şey değildir, canlı olduğu bile tartışma konusudur.

Yalnızca başka bir canlının hücrelerine yerleşerek çoğalabilir.

Korona açık yüzeylerden yayılabilir ancak bu yüzeylerde ne kadar hayatta kalabildiği hâlâ kesin değildir.

Yayılmasının başlıca sebebi öksürük veya hasta bir kişiye dokunduktan sonra, kişinin kendi yüzüne dokunmasıyla meydana gelen sıvı temaslarıdır.

Virüs yolculuğuna burada başlar ve vücudun derinliklerine doğru yol alır.

Hedefi, en dramatik etkiyi yaratabileceği iç organlar olan bağırsaklar, dalak ve akciğerlerdir.

Sadece birkaç tane koronavirüs bile oldukça kötü sonuçlara yol açabilir. Akciğerler milyarlarca epitel hücre ile çevrilidir.

Bu hücreler sizin vücudunuzda organlarınızı ve mukozanızı hizalayan sınır hücreleridir. İlk enfekte olan hücreler bunlardır.

Korona virüsü bu hücrelerdeki spesifik bir reseptöre genetik materyalini enjekte etmek için bağlanır. Bu olanlardan habersiz olan hücre yeni talimatları yerine getirmeye başlar; kopyala ve yeniden grupla.

Hücre kritik noktaya gelene kadar orijinal virüsün kopyalarıyla dolmaya devam eder.

Kritik noktaya ulaşınca son bir talimat alır ve kendini imha eder.

Hücre bir nevi erir ve daha fazla hücreye saldırmaya hazır olan yeni korona virüslerini salar.

Hastalıklı hücre sayısı katlanarak artar.

Yaklaşık 10 gün sonra milyonlarca vücut hücresi enfekte olmuş durumdadır ve milyarlarca virüs akciğerleri sarmıştır.

Virüs şimdiye kadar çok fazla hasara sebep olmadı fakat asıl canavarı şimdi senin üzerine salacak; kendi bağışıklık sistemin.

Seni koruması gereken bağışıklık sistemi aslında oldukça tehlikeli olabilir ve sıkı düzenlemelere ihtiyaç duyar. Bağışıklık sistemi hücreleri virüsle savaşmak için ciğerlere geldiğinde Corona bu hücrelerden bazılarına bulaşır ve kargaşa yaratır.

Hücreler ne gözleri ne de kulakları olmadığı için sitokin adlı küçük haberleşme proteinleri yardımıyla iletişim kurarlar.

Neredeyse bütün önemli bağışıklık reaksiyonu bu proteinler tarafından kontrol edilmektedir.

Korona virüsü bulaştığı bağışıklık hücrelerinin aşırı tepki vermesini sağlar ve önüne geleni öldürmesine neden olur.

Bir bakıma bağışıklık sistemini saldırı çılgınlığına sokar, gerektiğinden çok daha fazla asker göndermesine sebep olarak kaynaklarını boşa harcamasına neden olur ve çevreye hasar verilmesini sağlar.

İki çeşit hücre kargaşa çıkartır.

Nötrofiller, hücrelerimiz dahil olmak üzere her şeyi öldürmede mükemmeldirler.

Binlercesi olay yerine vardığında bu hücreler – iki taraftan da kayba sebep olan – öldürücü enzimler salgılamaya başlarlar.

Karmaşaya katılan bir diğer önemli hücre de katil T hücreleridir.

Bu hücreler ise diğer hücrelere kontrollü bir şekilde intihar etmelerini bildirir.

Kafası karışmış olan bu hücreler, sağlıklı hücrelere de kendilerini öldürmelerini söylerler.

Ne kadar çok bağışıklık sistemi hücresi gelirse, o kadar çok zarara yol açarlar ve bir o kadar da sağlıklı akciğer dokusunu öldürürler.

Bu durum kalıcı, geri dönüşü olmayan hasara, ömür boyu sürecek engellere sebep olacak kadar kötüye gidebilir.

Çoğu vakada bağışıklık sistemi yavaşça kontrolü ele alır ve enfekte olmuş hücreleri öldürür, virüsün diğer hücrelere bulaşmasını engeller ve savaş alanını temizlerler. İyileşme süreci başlar. Korona bulaşan kesimin çoğunluğu, hastalığı hafif semptomlarla atlatırlar.

Fakat çoğu vaka ilerleyebilmekte, hatta kritik noktaya ulaşmaktadır.

Henüz tüm vakalar tanımlanmadığından bir yüzde veremiyoruz, fakat gripten daha fazla vaka olduğunu söyleyebiliriz.

Daha kötü vakalarda milyarlarca epitel hücre ölmüş, dolayısıyla akciğerlerin koruyucu tabakası yok olmuştur.

Bu da demek oluyor ki alveoller, nefes almamızda görev alan hava kesecikleri, normalde çok büyük bir problem olmayan bakteriler tarafından işgal edilebilirler.

Hastalar zatürreye yakalanır, solunum zorlaşır hatta durabilir ve hastalar yaşayabilmek için solunum cihazlarına ihtiyaç duyar.

Bağışıklık sistemi haftalardır tam güçte çalışmış ve milyonlarca antiviral silahlar üretmiştir.

Binlerce bakterinin hızla çoğalmasıyla beraber de daha fazla dayanamamaktadır.

Bakteriler kana karışır ve tüm vücudu sarar. Bunun gerçekleşmesi durumunda ölüm fazlasıyla olasıdır. Koronavirüs özellikle grip ile karşılaştırılır fakat aslında çok daha tehlikelidir. Hala süren bir küresel salgın sırasında kesin bir ölüm oranı vermek zor olsa da daha bulaşıcı olduğunu ve gripten daha hızlı yayıldığını biliyoruz.

Korona gibi bir pandemi için 2 gelecek var: Hızlı ve Yavaş

Hangi geleceği yaşayacağımız salgının ilk günlerinde yapacaklarımıza bağlı.

Hızlı pandemi korkunç ve çok hayata mal olacak. Yavaş pandemiyi ise tarih kitapları yazmayacak.

Hızlı pandemi için en kötü seneryo yavaşlatmak için gerekli önlemler olmadığından çok hızlı bir yayılım ile başlaması.

Bu neden çok kötü ?

Hızlı pandemide çok insan aynı anda hasta olur. Eğer rakam çok büyürse sağlık sistemi kapasitesi aşılır ve herkese yardım etmek için ne yeterli sağlık çalışanı olur nede yeterli sayıda solunum cihazı gibi sağlık ekipmanı kalır.

İnsanlar tedavi almadan ölür ve sağlık çalışanlarıda hastandıkça sağlık sisteminin kapasitesi daha da düşer.

Eğer bu senaryo olursa kim yaşayacak kim yaşamayacak kararı gibi korkunç bir karar verme durumu ortaya çıkar. Bu senaryoda ölüm sayısı ciddi miktarda artar.

Bundan kaçınmak için dünya yani biz bunu yavaş pandemiye dönüştürmek için elimizden geleni yapmalıyız.

Pandemi özellikle erken fazlarda doğru önlemlerle yavaşlatılır.

Böylece hasta olan herkes gerekli tedaviyi alır ve hızlı pandemideki gibi bir kırılma noktası yaşanmaz.

Korona virüsü için şimdilik bir aşımız olmadığı için davranışlarımızı sosyal bir aşı gibi davranmak için düzenlemeliyiz. İki maddeye indirgeyebiliriz: Enfekte olmamak ve Başkalarını enfekte etmemek.

Önemsiz gibi gelsede ellerinizi sabunla yıkamak yapacağınız en iyi şey. Sabun aslında güçlü bir araç.

Korona virüs basitçe yağdan bir kılıf içinde ve sabunda o kılıfı parçalayarak sizi enfekte etmesini engelliyor.

Ayrıca ellerinizi kaygan yapıyor ve mekanik hareketler ve yıkama ile virüsü söküp atıyor.

Doğru yıkama, çok acı bir biber doğramışsınız ve sonrasında da lensinizi takacak iseniz ellerinizi nasıl yıkarsınız

Sonraki aşama hoş bir deneyim olmasada sosyal mesafe koymak fakat yapılması iyi birşeyTokalaşmak ve sarılmak yok Eğer evde durabiliyorsan, toplum fonksiyonları için dışarıda olmak zorunda olan doktorları, kasiyerleri yada polisleri korumak için evde dur. Sen onlara bağımlısın onlarda senin hasta olmamana bağlı.

Bir üst seviyede, karantinalar vardır ki seyahat kısıtlamaları yada evde kalma emirleri gibi farklı anlamlara gelebilir.

Karantinalar ne popüler nede iyi bir deneyim ama bizim tarafımızdan ve özellikle ilaç ve aşılar için çalışanlar için çok önemli bir zaman.

Eğer karantina altında isen bunu sebebini anlamalı ve saygı duymalısın.

Bunların hiçbiri eğlenceli değil ama büyük resme bakınca ödenmesi gereken çok küçük bir bedel.

Pandemilerin nasıl biteceği başlangıcına bağlıdır. Eğer hızlı ve dik eğimle başlarsa kötü biter. Eğer yavaş başlar ve çok dik olmayan bir eğimle giderse iyimsi biterler. Bu gün ve bu yaşta herşey bizim elimizde. Hem mecazi hem de gerçek anlamda. Bu video ile kısa sürede bize yardımcı olan uzmanlara çok teşekkürler, Özellikle dünyanın En Büyük Sorunları ve bu sorunların çözümünde nasıl ilerleme kaydedileceği üzerine araştırmalar ve veriler için çevrimiçi yayın olan Our World In Data.

Uyku – Rem Dönemi ve Rüya

İnsanlık tarihinde çok önemli bir yeri olan ve hala gizemini koruyan kadim bir meseleyi ele alacağız.

Rüyalarımız

 

Neden rüya gördüğümüzden tutun, doğada bizden başka rüya gören canlılar var mı sorusuna kadar

birçok meseleyi sinirbilim penceresinden ele alacağız. Açıkçası geceleri mağarasında uyuyan ilk insanların rüyalar konusunda ne düşündüklerini bilemem ama bundan 4500 yıl önce insanların rüyalara ne kadar önem verdiğini biliyoruz. Zira elimizde MÖ 2500’lü yıllara ait rüyalarla ile ilgili yazılı kayıtlar bulunmakta.

Mesela dönemin en gelişmiş uygarlıklarından olan Sümer topraklarında, Uruk kralı Dumuzi için rüyalar o kadar önemliydi ki gördüğü rüyaları kil tabletlere kaydettirmişti. Benzer şekilde Mısır’da MÖ 1300’lü yıllara ait rüyaların nasıl yorumlanması gerektiği ile ilgili oldukça kapsamlı ve detaylı bilgiler içeren yazılar bulunmakta. Hatta birçok medeniyet ve krallıkta rüya yorumlayan özel insanlar vardı. Bu insanların rüyalara yükledikleri anlamlara göre savaşlar yapıldı, tapınaklar inşa edildi ve tanrılara kurbanlar verildi.

Rüya konusunda bilimsel sayılabilecek ilk yaklaşım MÖ 200’lü yıllarda Roma imparatorluğunda yapılmıştı. Artemidorus yüzlerce insanın rüyalarını ve sonrasında yaşadıklarını dinleyerek kendince bir rüya kılavuzu oluşturmuştu. Böyle böyle rüyalar yıllarca insanların gündeminde olsa da ilk ciddi inceleme girişimi 1899 yılında Freud ile başlar. Dönemin oldukça popüler isimlerinden biri olan ve garip hayal gücünün çıktılarına bilimi ortak etmeye bayılan Freud rüya konusunu ele aldığı bir kitap yayınlamıştır. Freud’dan günümüze kadar yapılan çalışmalara göre rüya görmemizin altında yatan nedenleri bu şekilde sıralayabiliriz. Temel anlamda 7 başlık altında toplanan bu görüşlerin hiçbiri tek başına rüyaları açıklamaya yetmez. Ama bu görüşlerin bazılarının birlikte incelendiği modeller rüyaların amacı hakkında bize birtakım ipuçları vermekte. Rüyaları anlamak için önce uykuyu anlamak gerekmekte. Daha önce uyku hakkında çeşitli videolar yapmıştık. Merak edenler bu videolara bir göz atabilirler. Konumuza dönersek, uzun yıllar boyunca bilim de dahil olmak üzere insanlık uyku sırasında beynimizin bir şekilde kendini kapadığına inanmıştı. O nedenle uyku sırasında dış dünyadan haberdar olmuyorduk. Zaten doğaya baktığımızda da hemen hemen tüm canlılar uyuyordu. Çünkü beynimizin de dinlenmeye ihtiyacı vardı.

Günümüzde uykunun hala dinlenme ihtiyacından kaynaklandığını düşünenler olabilir ama meselenin o kadar basit olmadığını ilk kez 1950 yılında gördük. Chicago üniversitesinden Kleitman ve Aserinsky adlı iki araştırmacı beynin aktivitesini ölçmekte kullanılan EEG yöntemini uyuyan insanlarda denediler. Böylece uyku sırasında beynin ne kadar aktif olduğunu gözlemleyebileceklerdi. İşte bu deney sırasında her iki bilim insanı da beklenmedik bir olay yaşadı. Şimdi bu olayı daha iyi anlamak için çok kısaca beyin dalgalarından bahsetmem gerek. Aslına bakarsanız bu konuda ileride kapsamlı bir video çekeceğim çünkü gerek internet aleminde gerekse de kişisel gelişim dünyasında bu dalgalara çok fazla enteresan anlamlar yüklenmekte.

Bu yazıda için bilmemiz gereken sadece şu, burada da gördüğünüz kısa genlikli ve yüksek frekanslı dalgalar uyanıkken beynimizde oluşan dalga tipleri. Gözler kapalı dinlenim durumunda ya da uyku sırasında birim zamanda oluşan dalga sayısı yani frekans azalır, dalgaların genlikleri artar.

Kleitman ve Aserinsky yaptıkları EEG deneyi sırasında, uyuyan kişilerde zamanla dalga sayısının azaldığını ve dalga genliklerinin arttığını gördüler. ki bu da beklenilen bir sonuçtu. Ama deneyin devamında ilginç bir sürprizle karşılaştılar. Uykunun 70 ila 90. dakikaları arasında dalgaların genlikleri giderek azaldı ve birim zamanda görülen dalga sayısı bir anda artış gösterdi. Yani sadece normal EEG sonuçlarına bakarsak bu kişi uyanmış gözüküyordu. Çünkü beynin uyanık olduğu zamanlarda görülen nöron aktivitesi oluşmuştu. Ama o sırada EEG ölçümü yapılan kişi mışıl mışıl uyumaya devam ediyordu. İki araştırmacının kafasını karıştıran bu durum yaklaşık 10 dakika sürdükten sonra beyin dalgaları tekrardan eski yavaş hallerine döndüler. Ama bu ilginç fenomen uyku boyunca belirli aralıklarla kendini tekrar etmişti. Yani kişi uykuda olmasına rağmen beyni ara sıra bir şekilde uyanıyordu.O nedenle bilim insanları uykunun belirli kısımlarında karşılarına çıkan bu ilginç duruma paradoksal uyku adını verdiler. Aslında bu fenomenin oluştuğu dönemlerde, uyuyan kişilere daha yakından baktıklarında göz kapaklarının altında gözün sağa ve sola hızlı hareketlerini farkettiler. O nedenle uyku sırasında belirli aralıklarda gözlemlenen bu duruma hızlı göz hareketleri anlamına gelen REM adını vermişlerdi. Bu sırada, REM döneminde uyandırılan kişiler de çok canlı rüyalar gördüklerini söylemişlerdi.

REM’in keşfinden sonra uykuyla ilgili yapılan çalışmalardan çok şey öğrendik. Bilim insanları uykuyu kabaca REM ve REM’in görülmediği non-REM adı verilen iki kısımda inceler. NonREM de yine kendi içinde alt kısımlardan oluşur. Rüyalar genellikle REM dönemiyle ilişkilendirilse de nonREM döneminde de rüya görüldüğünü belirtelim. Ama REM’de görülen rüyalar çok daha canlı rüyalar. Şimdi gelin uyku sırasında neler oluyor sırayla ele alalım. Şimdi uykuyu bir deniz gibi düşünün. Uykunun ilk evresinde yüzeyde sayılırsınız. Yani kolayca uyandırılabilirsiniz. Zaman geçtikçe uyku denizinde daha derine dalarak ikinci faza geçersiniz. Burada nefes alışverişiniz daha düzenli hale gelir ve dışarıdan gelen uyaranlar tarafından uyarılma ihtimaliniz daha zordur. Bu sırada EEG kayıtlarına bakarsak kendilerine özgü bir takım dalga şekilleri görürüz. Uykunun bundan sonraki iki aşamasında gittikçe daha derinlere dalarız. ve delta dalgası dediğimiz dalgalar görülmeye başlar. 4. aşama yani en dip dışarıdan uyandırılmanızın en zor olduğu aşamadır. Artık uyku denizinde gidebileceğiniz daha derin bir yer yoktur. O nedenle tekrardan yüzeye çıkmaya başlarsınız. Önce üçüncü sonra ikinci aşamaya geliriz. Normalde bu noktada yüzeye çıkıp uyanması gereken beyinde az önce bahsettiğimiz şey olur ve REM dediğimiz döneme gireriz. Bu dönemde beyin uyanıkmış gibi davranır ama vücudunuz uyumaya devam eder. Yaklaşık 10-15 dk bu aşamada kaldıktan sonra tekrar derine dalarız ve bu döngü sabaha kadar bu şekilde devam eder.

REM’de geçen süre her bir sonraki REM’lerde artış gösterir ve sonunda uyanırız. Kabaca bir ifadeyle uykunuzun yaklaşık 5’te biri rüyalarda geçer. Mesela bu grafikte bu düzeni görüyorsunuz. Özellikle REM döneminde artış gösteren kalp hızı ve solunum hızına dikkat edin lütfen. Yani tek uyanan beynimiz değil. Aslına bakarsanız kaslarımız da rüyalarımıza eşlik edebilirdi. Yani rüyamızda koşarken yatağın içinde de koşmaya çalışabilirdik. Ama beynimiz bu duruma müdahale ederek engel olur. Bunu nasıl yaptığını merak edenler şu videomuza bir göz atabilirler. Şimdi gün içinde öğrendiğimiz bilgilerin uyku sırasında pekiştirildiğini biliyoruz. Aslında bununla ilgili güzel bir örnek var. Bir farenin beynine elektrotlar yerleştirerek fareyi labirente koyarlar. Fare labirentten çıkmayı öğrendiğinde beyninde bir takım nöron gruplarının aktifleştiğini görürüz. Buraya kadar her şey normal. İlginç olan hayvan kafesinde uyurken beyninden kayıt almaya devam ettiğimizde labirentten çıkmak için kullandığı nöronların uyku sırasında tekrardan aktifleştiğini görürüz. Yani muhtemelen fare rüyasında labirentte öğrendiği bilgiyi tekrarlıyordu.  Zaten sonrasında yapılan birçok insan ve hayvan çalışmasında REM uykusundan yoksun bırakılan deneklerde ciddi öğrenme bozuklukları ve testlerde başarısızlıklar gözlenmiştir. Yani REM dönemi hafızanın pekiştirilmesi için önemli. İlginç bir şekilde REM sadece hatırlamak için değil unutmak için de gerekli. Böylece alakasız bilgi ve anılar beynimizden temizlenmektedir. Unutmayla ilgili bu fizyolojik süreç iyi bir öğrenme için önemli. Bu arada şunu da belirtelim. Rüya sırasında dorsolateral prefrontal kortekste aktivite azalması söz konusu iken limbik sistemde aktivite artışı görülmektedir. Hatırlayacak olursanız, prefrontal korteks mantıklı karar vermeden, limbik sistem ise duygularımızdan sorumluydu. İşte o nedenle rüyalarımızda çoğu zaman mantık dışı olaylar görmemize rağmen, bu olaylar, duygusal anlamda çok etkileyici olabilir. İşte bu nedenle ne zaman etkileyici bir rüya görsek birilerine anlatmak isteriz. İşte öğrenmedeki bu rolü nedeniyle gün içinde sizin için önemli olan şeyleri rüyanızda görme ihtimaliniz yüksektir. Bu durum kimi zaman can sıkıcı kâbuslara neden olsa da bazen de bir şeyleri keşfetmenizi sağlayabilir.

Birçok bilim insanı çeşitli sorulara o kadar çok kafa patlatıp o sorularla yaşarlar ki cevaplar bazen rüyalarında karşılarına çıkar. Bu da bu meselenin ilginç bir yansımasıdır. Mesela Dimitri Mendelev periyodik cetvele özgü yapıyı rüyasında görerek oluşturmuştur. Yine ünlü kimyacı August Kekule 1865 yılında rüyasında bir yılanın kendi kuyruğunu ısırıp halka şeklinde durduğunu görmüş. Normalde bu rüya bizler için çok fazla bir anlam ifade etmese de Kekule için oldukça önemliydi.Çünkü bu rüya sayesinde benzen molekülünün yapısının halka şeklinde olduğunu keşfetmişti.

Bir başka örnekte sinir uyarılarının nasıl iletildiği üzerine kafa yoran Otto Loewi 1920 yılının Paskalya bayramında gece uykusunda araştırdığı konuyla ilgili bir rüya görmüştür. Uykudan uyanır uyanmaz hızlı bir şekilde notlar almış, ama sabah kalktığında bu notların tam olarak ne anlam ifade ettiğini çözememiştir. Bir sonraki gece tekrar aynı rüyayı görmüş, bu sefer işini garantiye altına almak adına deneyi gerçekleştirmek için gece 03.00’de laboratuvarına gitmiştir. İşte bu rüya sayesinde bugün asetilkolin olarak bildiğimiz maddenin kalpteki bazı sinir uçlarından salınarak etki gösterdiğini keşfetmiştir.

Peki, rüya gören tek canlı bizler miyiz?

 

Aslında evinde kedi, köpek besleyen kişiler, bu hayvanların rüya deneyimlerine şahit olmuştur. Bu doğrudur çünkü bilimsel olarak doğadaki diğer memelilerin de rüya gördüğünü bilmekteyiz. Bununla beraber kuşlar, bazı sürüngenler ve mürekkep balıklarının darüya benzeri bir fenomen yaşadıklarını biliyoruz. Çok fazla örnek olmakla beraber en ilginci kuşlarda yapılan çalışmalardır. Kadın beyni erkek beyni kitabımda da bahsettiğim üzere erkek zebra ispinozu dişiyi etkilemek için aşk şarkıları üretir. Çünkü beyninde bununla ilgili birtakım bölgeler vardır ve seçilmek için kendine özgü aşk şarkıları üretmek zorunda. İşte burada karşımıza ilginç bir durum çıkmakta. Bu kuşların erkek yavruları ileride kullanacakları bu şarkıları babalarından öğrenirler. Gün içinde babalarından duydukları sesleri taklit ederek ve kendilerinden de bir şeyler katarak şarkılar üretmeye çalışırlar. İlginç olan erkek yavru kuşların öğrendikleri bu şarkıları rüyaları sırasında tekrarlamasıdır. Yani yine bir öğrenme davranışı ve bunun pekiştirilmesi. Özetlersek, uyku klasik bilindiği gibi sadece dinlenmeyle ilgili bir durum değildir. Eğer öyle olsaydı herkesin uyku süresi farklı olurdu.

Mesela yeni doğmuş bir bebek tüm gün yatmasına rağmen, gün içinde 10 saat boyunca madende çalışmış bir işçiden daha fazla uykuya ihtiyaç duyar. Çünkü mesele fiziksel dinlenme değil beynin öğrendiklerini işlemek için duyduğu zaman ihtiyacıdır. Bunu da en iyi REM döneminde yani rüyalarımız sırasında yapar. Tıpkı bilgisayar ve telefonlarımızın yaptığı güncellemeler gibi. Çok kabaca gün içerisinde topladığı tüm veriler nedeniyle her gece kendisini güncellemek zorunda olan garip bir beynin yazılımına sahip olduğumuzu söyleyebiliriz. Sonuç olarak her ne kadar halen bilimsel anlamda gizemini korusa da, şu anki bilgilerimize göre, rüyalarımızı bir amaçtan ziyade, beynimizde unutulacak ya da hatırlanacak bilgilerin işlenmesi sırasında ortaya çıkan garip bir fizyolojik fenomen olarak değerlendirebiliriz.

Kaynak: https://www.youtube.com/watch?v=t8T3Rqb3Yaw

Beynin Sigarayla İmtihanı – Sigarayı Bırakmak

2017 yılı verilerine baktığımızda 8.2 milyon insanın sigara yüzünden hayatını kaybettiğini görüyoruz. 7 milyon kişi doğrudan sigara kullandığı için ölürken 1.2 milyon kişi sigara içmediği halde “pasif içicilik” dediğimiz durum nedeniyle hayatını kaybetmiş. Yani başkalarının içtiği sigara yüzünden. Dünya nüfusu çok kalabalık olduğu için bu sayılar size pek bir şey ifade etmeyebilir. O yüzden şöyle anlatalım.

Sigara içmediği halde sigara dumanına maruz kaldığı için hayatını kaybeden insan sayısı tüm dünyadaki trafik kazalarında hayatını kaybeden toplam insan sayısından daha fazla. Doğrudan sigara içmeye bağlı ölüm sayısı ise listenin 2 numarasında. Yani karşımızda insanlık açısından inanılmaz büyük bir tehlike söz konusu. Şimdi gelin bu tehlikeye bir göz atalım.

Dünyadaki tüm ölümlerin yaklaşık %13’ünün nedeni sigara. 2017 yılına göre hazırlanmış bu grafikte tüm dünyada sigaraya bağlı ölüm oranlarını görmektesiniz. Bölge ne kadar koyu maviyse o kadar fazla ölüm var demek. Ülkemize yakından baktığımızda ölümlerin dünya ortalamasının üzerinde olup yaklaşık %20 civarında seyrettiğini görüyoruz. Peki bu oran hep böyle yüksek miydi? Eğer bu grafiğe yakından bakarsanız 1990 ila 2017 yılları arasında sigaraya bağlı ölümlerin nasıl değiştiğini takip edebilirsiniz. Sizin de gördüğünüz üzere genellikle yükselme eğiliminde olan grafik 2010 yılı itibariyle azalmaya başlamış. Ama sigaraya bağlı ölüm oranlarının ülkemizde hala çok yüksek olduğunu söyleyebiliriz.

Şimdi ise size çok daha ilginç bir grafik göstereceğim. Bu grafikte pasif içiciliğe bağlı ölüm oranları özetlenmiş. Grafiğin 1990 yılı itibariyle sürekli azalma eğiliminde olması gerçekten çok kıymetli. Özellikle çocukluğunda şehirler arası yolculuklarda otobüsteki yolcuların içtiği sigara dumanına saatlerce maruz kalmanın ne demek olduğunu çok iyi bilen biri olarak bir meselenin altını çizelim. Kapalı yerlerde sigara içmeye karşı yapılan her türlü kısıtlamanın önemi işte bu grafik ve sayılarla çok net karşımıza çıkmakta. Peki bir şeyin bizi öldüreceğini bile bile neden ona bu kadar düşkünüz? Aslına bakarsanız tütünün insan ile olan ilişkisi çok çok eskilere gitmekte.

Tütün tarımının MÖ 6000 ila 3000 yılları arasında Amerika topraklarında başladığını biliyoruz. Patlıcan, domates ve patates ile beraber aynı ailenin üyesi olan tütün bitkisi insanlık tarihi boyunca ritüellerden tutun çeşitli tedavilere kadar çok farklı amaçlarla kullanılmış. Tütünün Amerika topraklarından çıkıp Avrupa’ya gelmesini sağlayan ise ünlü kaşif Kristof Kolomb. 1492 yılında şu an Küba’nın olduğu topraklara ayak basan Kolomb oradaki yerli halkın tütüne olan ilgisini keşfeder. Kimi yerlilerin tütünü çiğnediğini kimilerinin ise tütün yapraklarını çubuklarla tüttürdüğünü görür ve bu bitkileri Avrupa’ya götürür.

Keyif verici özelliği nedeniyle insanlar arasında hızla yayılsa da tütünün Avrupa’da iyice popüler olmasını sağlayan kişi Fransa’nın Portekiz elçisi Jean Nicot olmuştur. Baş ağrısı, mide ve kadın hastalıklarına iyi geldiğinden bahsederek tütünü Fransız Kraliçesine sunmuştur. O tarih itibariyle tütün halk tarafından Kraliçe otu olarak adlandırılıp hızla yaygınlaşmıştır. Burada çok ilginç bir bilgiyi daha paylaşalım. Bilimsel sınıflandırmada tütün bitkisinin cins adı Nicotiana’dır. Zaten o nedenle bu bitkiden elde edilen en önemli maddeye de nikotin denmiştir. İşte bu nikotin kelimesinin kökeni tütünün Avrupa’da çok hızla yayılmasına neden olan Fransız elçi Jean Nicot’un soyadına dayanmaktadır.

1900’lerin başı ile beraber tütün ve sigara artık bir endüstri haline dönüşmüştür. İlk çıktığı dönemlerde sigara reklamlarında doktorların oynatılması ve sigaranın sağlık açısından faydalı olduğunun öne sürülmesi ise insan denen canlının çıkarları söz konusu olduğunda ne kadar tehlikeli olabileceğini bir kere daha göstermiştir. Tüm bu bilgilerden sonra gelin sigaranın fizyolojimiz üzerine olan etkilerini inceleyelim. Şimdi sigaradan aldığınız her solukla beraber 5000’den fazla maddeyi vücudunuzdan içeri göndermektesiniz. Bu maddelerin çoğu zaten zararlıyken yaklaşık 50 tanesinin oldukça toksik olduğunu belirtelim.

Araba egzozundan çıkan karbonmonoksit, çakmak gazında yer alan bütan, bir zehir olan arsenik, tuvalet temizliğinde kullanılan amonyak ve roket yakıtında bulunan metanol bu kimyasallardan sadece birkaçı. İşte bu çirkin karışıma ilk maruz kalan diş ve diş etleriniz zamanla büyük zararlar görürken burnunuzdaki sinir uçları da haraplanarak koku duyunuz zayıflar. Gerek solunum yolları gerekse de akciğerlerdeki hava keselerinde ciddi zararlar görülür. Sigarayla beraber akciğerlerdeki hava keselerinden kana karbonmonoksit geçişi olur. Normalde ana görevi oksijeni taşımak olan eritrositlerimiz içerisindeki hemoglobin molekülü hemen dolaşımdaki karbonmonoksite bağlanır. Çünkü bu tehlikeli maddeyi dolaşımdan uzaklaştırmak gerek. Bu durumda da dolaşımda oksijen taşıyan hemoglobin sayısı azalacağından sigara içenlerde oksijen azlığına bağlı olarak nefes darlığı ve tıkanma gibi durumlar oluşur. Aynı zamanda sigara damarlarda daralmaya neden olup damarın iç yüzeyine zarar vererek kan akışını kısıtlar. Bu durum pıhtı oluşum riskini oldukça yükselterek kalp krizi ya da felci tetikleyebilir. Bunlara ilaveten görme bozukluğuna, erkeklerde ereksiyon problemi ve düşük sperm sayısına neden olurken, kadınlarda gebe kalmayı zorlaştırır. Özellikle hücre düzeyinde DNA’lar üzerine gösterdiği negatif etkiler nedeniyle kanser riskini oldukça artırmakta. Hemen belirtelim.

Sigara bu özelliği nedeniyle sadece akciğer kanserini değil hemen hemen diğer tüm kanser türlerini de tetiklemekte. Tüm bu zararlarını bilmemize rağmen bu saçma şeyi ısrarla tüketmemize neden olan nedir? Cevap tek bir kelime, nikotin. Hatta Profesör Mike Russel’ın bu konuyu özetleyen çok güzel bir sözü vardır. Der ki; “İnsanlar nikotin istedikleri için sigara içerler ama katran soludukları için ölürler.” Beyinde birçok bölgede nikotinik reseptörler olduğu için sigaranın beyin üzerinde oldukça geniş bir alanı etkilediğini belirtelim. Ama bunlardan en önemlisi beynimizin ödül merkezi. Nikotinik reseptörler aktifleştiğinde ödül merkezinde gerçekleşen dopamin salımı nedeniyle kişiler bu durumdan çok büyük bir zevk almakta. Bununla beraber nikotinin GABA ve serotonin salgılarını da uyardığını görmekteyiz. Bu da ruh haliniz üzerinde sakinleştirici bir etki yapmakta.

Peki sigaranın haz vermek ve rahatlatmak dışında beynimiz üzerine pozitif bir etkisi var mı? Aslında hem sigara içme alışkanlığı olan hem de sinirbilim bilen biriyle konuşursanız sigaranın konsantrasyon ve öğrenme üzerine pozitif etkileri olduğundan bahsedecektir. Gerçekten de literatürde nikotinin öğrenme, hafıza ve konsantrasyon üzerine pozitif etkiler gösterdiğini ortaya koyan çalışmalar bulunmakta. Ama bu bulgular sizi yanıltmasın. Çünkü daha kapsamlı çalışmalarda bu etkinin kısa süreli olduğu ve uzun süreli sigara kullanımında diğer zararlı maddeler nedeniyle öğrenme ve hafızada ciddi sorunların ortaya çıktığı gösterilmiştir. Daha da ilginci hafıza ve bilişsel süreçlerde yaşanan bu sorunların pasif içicilerde de ortaya çıktığı görülmekte. Yine yapılan bir başka beyin görüntülemesi çalışmasında sigaranın serebral korteks tabakasını incelttiği gösterilmiş.

Serebral korteks beynin en dış kısmına verilen addır ve bu bölge dil, mantıklı düşünme ve hafıza gibi üst düzey fonksiyonlar için kritik bir alandır. Bu bölge normalde yaşlanmayla beraber zaten incelme eğilimi göstermektedir Ama sigara kullanımı bu incelmeyi çok fazla hızlandırmakta ve bunama riskini artırmaktadır. Sigarayı bıraktıktan sonra korteks kalınlığında birtakım iyileşmeler olsa da asla sigara içmeyenlerin korteks kalınlığı seviyesine gelinememekte.

Örneğin çalışmada 25 yıl önce sigara içmeyi bırakmış bir kişinin korteks kalınlığı bile hiç sigara içmeyen kişiye göre daha ince bulunmuş. Yani yaktığınız her sigara ile korteksinizi incelttiğinizi unutmayın. Peki, her içişte vücudunuzu mahveden ve beynimizi adeta esir alan sigarayı bırakmak neden bu kadar zor? Kimisi hiç sigaraya ilgi duymazken bir başkası için bu derecede bağımlılık yapmasının sebebi ne? Bu konuda hala net bir cevap olmasa da beynimizde insula adlı bir bölgenin sigara bağımlılığı konusunda önemli bir rol oynadığı düşünülmekte. Zira beyin görüntüleme çalışmalarında sigaranın arzulandığı dönemlerde insula aktivasyonu gösterilmiş. Yine sigara kullanımı ve bağımlılığı ile insulanın kortikal kalınlığı arasında negatif bir ilişki bulunmuş. Yapılan ilginç bir çalışmada sigarayı bırakmaya çalışan kişilerin beyin görüntüleri incelenmiş. 85 kişinin katıldığı çalışmada, 41 kişi tekrar sigaraya başlarken, 44 kişi sigarayı bırakmada başarılı olmuş. Bilim insanları beyin görüntülerini incelediklerinde sigarayı bırakmada başarılı olmuş kişilerin beyinlerinde ortak bir örüntü keşfetmişler. Bu kişilerin insula ve somatoduysal korteksleri arasında daha koordineli ve etkili bir iletişimin olduğu görülmüş. Yani sigarayı bırakma konusunda insula şimdilik kritik bir alan gibi gözükmekte. Sigarayı bırakmakla ilgili çok çeşitli yöntemler olmakla beraber belki ileride bir gün bu yöntemleri karşılaştıran bir video çekeriz. Ama şu an bilmeniz gereken asıl şey bu konudaki en önemli dinamiğin motivasyon olduğu. Adeta beyninizi ve vücudunuzu esir almış bu maddeden kurtulma konusundaki isteğiniz. İçtiğiniz tek bir sigaranın bile zararlı olduğunu ve sigarayı ne kadar erken hayatınızdan çıkarırsanız hücrelerinizin o kadar hızlı özgürlüklerine kavuşacağını unutmayın lütfen.

Mesela sigara içen biriyseniz ve şu an sigarayı bıraktığınızda vücudunuzda meydana gelecek değişikliklere bir göz atalım. Sadece 20 dk geçtiğinde bile kalp atışları ve kan basıncınız normale dönmeye başlar. 12 saat sonunda kanınızdaki karbonmonoksit seviyesi dengelenir ve oksijen taşıma kapasitesiniz artar 2 gün sonunda tat ve koku duyularında iyileşmeler olur. Eğer çok uzun süredir sigara kullanıyorsanız ne yazık ki bu iyileşmelerin gerçekleşmeyeceğini belirtelim. 72 saat sonunda nikotin yoksunluğunuz tavan yapacağından burası dayanmanız gereken en önemli noktalardan biri olacak.

1 ay sonunda öksürüklerde azalma ve akciğer dokularında iyileşmeler olur.

9 ay sonunda enfeksiyonlara karşı olan yeteneğinizi geri kazanırsınız.

1 yıl sonunda kalp hastalıkları riski sigara içen birine göre yarı yarıya azalır.

5 yıl sonunda damarlarınızdaki pıhtı oluşum riski önemli derecede azalır.

10 yıl sonunda sigara içen birine göre akciğer kanseri riskiniz yarı yarıya azalır.

15 yıl sonunda kalp krizi geçirme riski açısından sigara içmeyen bir kişiyle aynı seviyeye gelirsiniz.

Bu süre ve iyileşmelerin her gün içtiğiniz sigara sayısı ve kaç yıldır sigara kullandığınız bilgisine göre değişiklik göstereceğini belirtelim. Sigarayı bırakma sonucu nikotin yoksunluğundan dolayı belirli zamanlarda endişe ve depresyon halinin oluşacağını asla unutmayın. Zaten insanların tekrar sigaraya başlamasında bu durum önemli rol oynamakta.  İşte böyle durumlarda ödül mekanizmanızı devreye sokacak sağlıklı alternatifler geliştirmek çok önemli.

Yeterince sabrettiğinizde oldukça güçlü gözüken bu bağımlılığın zamanla zayıfladığını göreceksiniz. Ayrıca içtiğiniz her bir sigaranın çevrenizde sigara içmeyen yakınlarınız için de ne kadar büyük bir tehlike olduğunu unutmayın. Eğer yakınınızda sigara içen biri varsa her türlü bağımlılık mücadelesinde sosyal desteğin çok ama çok önemli olduğunu asla aklınızdan çıkarmayın. Sevdiklerinizi bu mücadelede yalnız bırakmayın ve sizi bıktırsalar bile sonuna kadar onlara destek olmaktan vazgeçmeyin. Umarım en kısa sürede insula ve somatoduysal korteksiniz arasında harika bağlantılar oluşur ve bu saçma sapan bağımlılıktan kurtulursunuz.

Kaynak: https://www.youtube.com/watch?v=sgW4b_Bc5kM

Biyolojik Saatleri Ayarlama – Jetlag

Sabahları erken kalkanların nadir de olsa yaşadığı ilginç bir zevk vardır. Gözünüzü bir açarsınız ve bakarsınız ki her yer karanlık.Hatırlayın, o kısacık an çok garip bir haz verir insana. Tıpkı unutulmuş bir giysinin cebinden çıkan paranın verdiği haz gibi. Evet, gün daha aydınlanmamıştır ve bu biraz daha yatakta kalabileceğiniz anlamına gelir. Yorganınıza sıkıca sarılıp, alarm çalmadan önce size kalan dakikaların keyfini çıkarmak için tekrar uykuya dalarsınız. Ne yazık ki bu yıl bu küçük mutluluğu da kaybettik. Son birkaç aydır ne zaman alarm çalsa hepimiz aynı hissi yaşıyoruz. Saatimiz sabah 07.00’yi gösterse de dışarıdaki karanlık hiç de öyle demiyor. Yani, bir tarafta saat kalkmanız gerektiğini söylerken, diğer tarafta beynimiz karanlık nedeniyle yatmamız gerektiğine inanıyordu. İşte tam da bu paradokstu vücudumuzu yatağın içinde anlamsız bir oturuşta bırakan.

Peki, bu durumda haklı olan kimdir?

Akıllı telefonunuzdaki saat mi, yoksa beyninizdeki saat mi?

İşte, bugün tam da bu meseleyi konuşacağız. Aslında doğanın saate ihtiyacı yoktur. Hiçbir kuş sabah ötmek için alarm kurmak zorunda değildir. Ya da hiçbir kedi saate bakıp “Eyvah çok geç olmuş yatsam iyi olacak.” demez. Bitkiler ve mikroorganizmalar da dahil olmak üzere hemen hemen tüm canlıların sahip olduğu bir “biyolojik saat” vardır. Gelin bu saati biraz inceleyelim. Biyolojik saat, beyninizin ortalarında “suprakiazmatik çekirdek” denen bir bölgede bulunur. Bu bölge biyolojik ritminizi belirler. Zira bu bölgesi hasarlanmış hayvanlarda uyku-uyanıklık döngüsünün bozulduğu gösterilmiştir. Normalde “biyolojik saat” dış faktörler olmasa bile kendi ritmini belirleyebilir. Bu ritme de sirkadiyen ritim denir. Bu ritim insanda yaklaşık 24-25 saatlik bir uyku/uyanıklık döngüsüne karşılık gelir ve sabittir. Yani, bir insanı, zamana ve dış ortama ait hiçbir ipucu olmayan bir yere koysanız bile“sirkadiyen ritim” kendisini korur.

Işık, gürültü ve sıcaklık gibi dış faktörler ise “biyolojik saatin” kendisini ayarlamasına yardımcı olur. Tahmin edeceğiniz üzere bu faktörlerden en önemlisi ışıktır. Gözünüzün retina tabakasında melanopsin içeren bir takım fotoreseptörler dış ortamın parlaklığını algılayarak, bunları sinirler aracılığıyla suprakiazmatik çekirdeğe iletir. Bu bilgi, biyolojik saatin düzenlenmesi için çok ama çok önemlidir. Buradan çıkan uyarılar, epifize giderek melatonin hormonunun salgılanmasını düzenler. Melatonin hormonu uyku için oldukça elzem bir hormondur. Normalde ışık melatonin salgılanmasını baskılar. O nedenle, melatonin seviyeleri geceleri artarken, gündüzleri azalmaktadır. Melatonin salgılanması genellikle saat 21.00-22.00 arası başlar. Geceleri 02.00-04.00 arası en yüksek seviyeye ulaşır. Sabahları 07.00-09.00 arası sona erer. Biyolojik saat sadece uyku düzeninizi değil, vücudunuzdaki birçok ritmi de belirler. O nedenle bu saat hakkında bilgi sahibi olmak, hayata dair birçok işinizi kolaylaştırabilir.

Örneğin, mental anlamda verimliliğin en yüksek olduğu dönem sabah saat 10.00 gibi başlamaktadır. O nedenle, zihinsel yoğunlaşma gerektiren birçok işinizi sabah 10.00-12.00 arasına yığabilirsiniz. Akşamları 16.00-17.00 arası kalp-damar etkinliği ve kas gücünüzün en yüksek olduğu dönemdir. Mesela günlük egzersizlerinizi bu zaman aralığına sabitleyebilirsiniz. Özetle, biyolojik saatinize uygun tasarlanan her iş veriminizi önemli derecede arttırmaktadır. Peki, ya biyolojik saatiniz bozulursa? Bunun en güzel örneği jetlag yani uzun mesafeler sonucu farklı zaman dilimlerine yolculuk edenler için kullanılan bir terim.

Diyelim hava kararırken uçağa bindiniz ve 12 saat boyunca yolculuk yaptınız. İndiğiniz yerde de hava yeni kararmaya başlamış olsun. Bu durumda, biyolojik saatinizin kafası karışır ve melatonin salgılanmasında düzensizlikler meydana gelir. Çünkü uçağa bindiğinizde hava karanlıktı. 12 saat yolculuk ettiniz hava hala karanlık. Demek ki bu durumda bir hata olmalıydı. Biyolojik saatinizdeki bu ani değişim uyku ve yemek düzeninizin bozulması, baş ağrısı, yorgunluk ve zihinsel performansta azalma meydana getirmektedir. Hatta bu durumun sık yaşanması depresyon için tetikleyici bir durumdur. Şimdi diyeceksiniz ki “Aman canım ben evinden işime giden bir adamım. Bana ne, onu da uzak ülkelere gidenler düşünsün.” Üzgünüm rahat insan, ama durum hiç de düşündüğün gibi değil. Zira içinde yaşadığımız teknolojik çağ sayesinde hepimizin üzerinde bir jetlag etkisi söz konusu ve inan bana bunun için uçağa binmene hiç gerek yok.

Teknoloji artık yatağımıza girdi. Hepimiz Instagram’daki en son fotoğrafı, Twitter’daki en son tweeti ya da ekşideki en son başlığı görmeden uyuyamaz olduk. Oysa uyumadan önce televizyon, tablet ve cep telefonu gibi tüm ekranlardan uzak durmamız gerekmektedir. Çünkü bu ekranlardan çıkan ışık kısa dalga boyuna sahiptir ve doğal ışıktan daha fazla mavi ışık içerir. Bu da melatonin salgılanmasını etkileyerek daha kalitesiz bir uykuya neden olmaktadır. Hatırlayacak olursanız, şu videomuzda uzun uzun anlattığımız gibi, uyku asla ödün vereceğimiz bir mesele değildir. Zira uykumuzun kalitesi bozulduğundan, sürekli yorgun hissettiğimiz çok garip bir dönemden geçmekteyiz. Peki kaliteli bir uyku için ne yapalım? Diyelim ki gece 23.30’da yatağa giren bir insansınız. O zaman şu 4 noktaya dikkat etmekte fayda var. Bir; 16.30 sonrası artık çay-kahve gibi uyarıcı içeceklerden uzak durmaya çalışın. İki; 20.00 sonrası artık bir şey yememeye özen gösterin. Üç; 21.30 itibariyle ödev, proje, ders gibi işlerinizi sonlandırmakta fayda var

. Dört; işte en zoru bu. Yatmadan bir saat önce televizyon, cep telefonu, tablet gibi bütün ekranlardan uzak durun. Yatak odanıza asla ekran sokmayın. Kendinize ve zihninize dinlenmek için vakit ayırın. Bu söylediklerim siz modern insanlara çok komik ve uygulanamaz şeylermiş gibi gelebilir. Ama bu aletler yatağımıza gireli henüz 4-5 yıl oldu ve bunların uzun vadedeki etkileri hakkında hiçbir fikrimiz yok. Son bir tavsiye de güzel ülkemdeki insanlara. Malum konu insan fizyolojisi ve ben de sinirbilim çalışan bir fizyolog olduğumdan “saatlerin mevsimsel düzenlenmesi” konusunda ufak bir yorum yapmak isterim. Ahmet Hamdi Tanpınar’ın çok güzel bir kitabı vardır: “Saatleri Ayarlama Enstitüsü” diye. O kitapta der ki: “Saatin kendisi mekan, yürüyüşü zaman, ayarı ise insandır… Bu da gösterir ki, zaman ve mekan, ancak insanla mevcuttur.”

İNSAN

Yani, söz konusu ülkemin enerji tasarrufu ise eğer, önem vereceğimiz asıl mesele insan olsun lütfen. Elektrikli aletler değil.

Kaynak: https://www.youtube.com/watch?v=9Rs8jKt2pXU

 

Gözünü Seven Bunları Kullanmamalı!

Göz hastalıkları uzmanları sigara, alkol ve uyuşturucunun gözlere zarar verdiğini ifade ettiler. İnsan vücudunda en küçük bölgelerden birisi olmasının yanında en hassas bölgelerden biri olan gözlerimiz her yaşta yaşayabileceğimiz sıkıntılar çıkartabiliyor.

Özellikle bu rahatsızlıklar genellikle 50 yaş ve üzeri kimseler de yaşa bağlı olarak tanımlanıyor ancak yaş burada tek faktör olarak görülüp, diğer etkenleri atlamak bir hata olur. Sigara ve uyuşturucu kullanımına bağlı olarak göz retinasında oluşan hasarlar, katarak veya sarı bölge oluşumu tarzı rahatsızlıklara sebep olabiliyor.

Bunun en büyük sebebi ise göz retina hücreleri toksit atık maddeleri uzaklaştırması ile görevli olması. Haliyle sigara ve uyuşturucuda oldukça bol miktarda toksit madde bulunmakta. Sadece sigara içmemek değil içilen alanlarda da bulunmamak gerekiyor. Çünkü sigara içmesek dahi pasif içici durumunda kalarak yine o toksit maddeler ile nüfus sağlamış oluyor ve yine zarar görmüş oluyoruz.

Bir diğer zararlı madde de alkol, özellikle kaçak ve yanlış üretim ile oluşan bozuk alkollerde, alkol zehirlenmesi diye adlandırılan bir rahatsızlık başlar ve çok kısa bir sürede gözlere etki eder ve çok abi bir şekilde geçici körlükten, kalıcı körlüğe kadar zarar verebilmektedir.

Sıcaklarda Su Tüketimine Dikkat!

Havalar gittikçe ısınmaya başladı ve terleme yolu ile bolca sıvı kaybetmeye başladık.

Özellikle yaz aylarında ve sıcak havalarda bu aşırı sıvı kaybının telafi edilmez ise birçok rahatsızlığa neden olacağından dolayı dikkat etmemiz gerekiyor.

Özellikle yeterli su ve sıvı alımının olmadığı bireylerde böbreklerin fonksiyonun bozulması, böbrek taşı rahatsızlığı, idrar yolları enfeksiyonu gibi birçok rahatsızlığa davetiye çıkarttığı biliniyor.

Ancak yeteri kadar sıvı tüketimini ayarlamamız gerekiyor. Her şeyin olduğu gibi su ve sıvının da ölçüsünü kaçırmak zararlıdır. Fazla su tüketimi yapmak da böbrekleri aşırı çalıştıracaktır ve yoracaktır aynı zaman da kan miktarında ki değişimlere neden olarak bizlerde baş dönmesi, kusma, halsizlik, mide bulantısı gibi birçok belirti ortaya çıkartabilir. Bunun için her birey kendi su miktarını bilmeli ve o miktara göre hareket etmelidir.

İngiliz tuzu nedir?

Sofra tuzuna benzer olan magnezyum sülfat veya İngilizce karşılığı epsom tuzu, halk arasında İngiliz tuzu adıyla bilinmektedir. Magnezyum tuzunun yedi çeşidi vardır, bunlardan ancak bir tanesi içilebilir. Tadı acı olan bu tuz alkolde erimez, suda eridiğinde şeffaf renge sahip olur. Lezzetli bir tuz değildir. Limonata, meyve suyu gibi olan tatlı veya güzel kokulu içeceklere karıştırılarak acı olan tadın baskınlığını gidererek tüketilebilir.

İngiliz tuzunun sağlığa faydası oldukça çoktur ve bazı hastalıklarda tedavi amacıyla kullanılabilir. Tedavisinde kullanılan rahatsızlıklar şişkinlik, hazımsızlık, ağrı, adet sancısı, ödem, mikrobiyal ve bakteriyel hastalıklar, safra salgısı düzenleyicisi olarak toplanabilir. Kabızlıkta iyi bir ilaç olarak kullanılmasının yanı sıra idrar söktürme, ağrı giderme ve sindirime yardımcı olması en çok tedavisi olarak kullanıldığı bilinen hastalıklardır.

Bağırsakların derinliklerinde bulunan toksinleri sıvı yoluyla atar. Safra taşını düşürür, safra çamurunu temizler. Bunların dışında cildin ölü tabakasını atar, gerginleştirir ve nemlendirir. Sağlığa yararlı olan bu mineral karaciğer rahatsızlıklarında da doğal bir ilaç gibi tedavi etmeye yardımcı olur. Bilindiği üzere karaciğer rahatsızlıkları safra salgısının dengesizliğinden kaynaklanmaktadır ve bu tuz safradaki sorunlara birebir çözüm sağlayarak karaciğerdeki sorunları da giderir.

Sağlık durumundaki rahatsızlıklara bağlı olarak kullanılacak doz ve kullanım şekli değişebilir. Bazen suda eritilen İngiliz tuzunu cilde sürerek bazen de içerek fayda beklenir. Genellikle bir su bardağı su içerisine bir ya da iki çay kaşığı karıştırılarak içilir. Yemekten önce ve sabah içilmesi önerilir. Her kullanılan gıdada olduğu gibi İngiliz tuzunu da kullanırken aşırıya kaçmamak sağlık açısından çok önemlidir.

Gereğinden fazla kullanıldığında bağırsaktan fazla su kaybıyla birlikte mineral de kaybedilerek vücuda yarar yerine zarar getireceği unutulmamalıdır. Eczanelerde ve aktarlarda bulunan İngiliz tuzuna kolaylıkla ulaşılabilir olması doktor kontrolünü aksatmamalıdır ve vücutta oluşan herhangi bir rahatsızlıkta ilk olarak doktora başvurulması önerilir. Aksi takdirde, nedeni belirsiz olan bağırsak ve mide ağrılarını rahatlatmak amacıyla uygulanan bu kimyasal bileşiğin, bağırsakları boşaltmak yerine bağırsağın delinmesine sebebiyet vererek daha rahatsızlıkların ilerlemesine yol açılabilir.

Yazımı kadinaozelsirlar.com sitesinin  https://www.kadinaozelsirlar.com/ingiliz-tuzunun-yararlari/ makalesinden alıntılanmıştır

33. Hafta gebelikte dikkat edilmesi gerekenler

Eğer bir bebeğiniz oluyor ise ve gebeliğinizin tam 33. haftasında iseniz bu bilgiler tam sizin için. 33. haftalık gebelikte dikkat edilmesi gerekenler ile ilgili bazı bilgilerde bulunacağız. Bu haftada gebeliğinizin 8. ayına girmiş oluyorsunuz. Bebek ağırlaştığından dolayı anne adayı bu dönemde yatmasına ve kalkmasına çok özen göstermesi gerekmektedir.

Anne adayı bu hafta ve bundan sonraki haftalarda kendini son derece rahat hissetmelidir. Zira anne adayı bunlara özen göstermez ise annenin yapacağı herhangi ters bir hareketinden dolayı bebeğin zarar görme ihtimali çok yüksektir. Anne adayı bu dönemde şiddetli baş ağrısı baş dönmesi ve mide bulantısı gibi rahatsızlıkları sık sık görmeye devam ederse hemen doktoruna başvurup bu şikâyetlerini dile getirmelidir. Bunun yanı sıra anne adayı artık bu dönemden itibaren sık sık tansiyonu ölçtürmesi gerekmektedir. Eğer tansiyon yüksekliği durumu ile karşı karşıya kalırsa yine doktora gitmelidir.

Gebelikte tansiyon çok önemlidir. Dikkat edilmez ise gebelik zehirlenmesine neden olup hem anne adayına hem de bebeğe zarar verebilir. Bunun yanı sıra dikkat edilmesi gereken diğer önemli unsur ise anne adayı otururken veya yatarken ayaklarını ve sırtını bir yastık yardımıyla mutlaka dengede tutmalıdır.

 

Haftada 2 Kilo Verdiren Diyetler Nasıl Bulunur?

Haftalık olarak 2 kilo verdirmeyi hedeflemiş olan bu diyet ile dengeli beslenme durumunu yaşam tarzınız haline dönüştürebilirsiniz.

Bu diyeti uygulayan kişiler hafta içi rejime girerek, hafta sonu serbest beslenebilmektedir. Aslında hedef noktaları arasında kilo kaybını devamlı hale getirmektir. Esnek olması ile ise haftada 2 kilo verdiren diyetlerin diğer bir özelliği arasında yer almaktadır.

Tüketilecek olan peynir, dondurma, beyaz et gibi farklı gıdaların içinde yer alan konjuge linoleik asit sayesinde kilo verebilirsiniz. Kilo vermenizi kolaylaştıracak anahtar kelime doğru beslenmedir. Facebook sayfamızdan destek almak için hemen tıklayın : https://www.facebook.com/diettodezpack/

Beyaz Peynir

Peynir, içerisinde yer alan kaliteli ve yüksek protein ile beraber kolayca sindirilirken birçok yiyeceğe göre iç bedene de çok daha fazla kalori harcatarak, metabolizmayı canlı hale getirmektedir. Haftada 2 kilo verdiren diyetler içerisinde üç ana ve iki ara öğünden bir araya gelmektedir. Güne kahvaltı ile başlanmalı ve her öğün içerisine üç saat ara bırakarak diğer öğünü tüketmek son derece önemlidir.

Dondurma Ve Limonlu Su

Dondurma tüketimi ise bu haftada 2 kilo verdiren diyetlerin tatlı olarak yer almaktadır. Sadece 100 gram sütlü dondurulması bu diyette zevkle tüketilmesini sağlamaktadır. Bu haftada 2 kilo verdiren diyetlerin hedeflemiş olduğunuz kilonuza tam olarak gelinceye kadar dilediğiniz süre uygulanmasını sağlamaktadır. Her sabah aç karnınıza bir su bardağı ılık su içerisine limon sıkıp içmeniz de yağ depo durumlarını düşürecek ve vücudun iç temizliğine yardımcı olabilmektedir. Aşağıda verdiğim linkteki ürünleri de inceleyebilirsiniz

https://www.dezpack.com/dezpack-dietto-urunleri

45 dakika Yürüyüş Gerçekleştirme

Her hafta içerisinde ortalama olarak iki kilo kaybettirmiş olan bu haftada 2 kilo verdiren diyetlerin uygularken gün içerisinde 45 dakika yüksek tempoda yürümeniz son derece önemlidir. Günün istediğiniz saat içerisinde yapabileceğiniz yürüyüş konusunda en ideal zaman aralıkları sabah ve akşam saatleridir.

Et Ürünleri

Kırmızı etlerden bir araya kuzu eti, beyaz et çeşitleri arasında ise hindinin göğüs kısmı konjuge linoleik asidi daha fazla olmaktadır. Bu iki et türü haftada 2 kilo verdiren diyetleri konusunda yararlı protein kaynakları olarak yer almaktadır. Etleri fırın içerisinde ya da haşlama olarak tüketmek sağlıklı zayıflama konusunda en doğru pişirme yöntemleri arasındadır. Birçok zayıflama araştırma uygulaması kural olarak 3000 ile 3500 mg içerisinde değişim gösteren konjuge linoleik asit içeren haftada 2 kilo verdiren diyetlerin yağ depo çeşitlerini etkili bir şekilde eritmektedir. Bu nedenle sizlere listede verilecek tüm miktarları kullanarak haftada 2 kilo verdiren diyetlerden yararlanabilirsiniz.

Lenfoma ve Lenf Kanseri

Lenf sistemi; lenf düğümleri, bademcikler, yutak bademcikleri ve timüs bezlerini içeren sistemdir. İnsanlar dahil bütün omurgalı canlılarda bulunur. Vücudun çok geniş alanlarına yayılmış yapıları ile birlikte, canlının bağışıklık savunmalarını sağlar. Lenf sistemi, kandaki yabancı maddeleri ve hücrelerin yıkılma ürünlerini süzerek yok eder. Bunun dışında kan ve lenf damarları içinde dolaşan lenf hücrelerini üretir.

Lenfoma

Lenf sistemi dokularında görülen kötü ura verilen isimdir. Lenfomalar genellikle 2’ye ayrılır. 1.si kötücül Lenfogranülomatoz hastalığı kökenli lenfomalar; 2.si ise söz konusu hastalıkla ilgisi olmayan lenfomalar.

Başlıca Lenfoma belirtileri

  • Boyun, kasık, koltuk altında bulunan lenf düğümlerinde şişme,
  • Ateş,
  • Kilo kaybı,
  • Gece terlemesi
  • Karaciğer ve dalak büyümesi
  • Böbreklerin işlevini kaybetmeye başlaması

Ayrıca Çocuklarda Lenfoma Belirtileri ve Tedavisi adlı konumuza göz atarak çocuklarda lenfoma belirtilerini öğrenebilir lenfoma tedavisi hakkında bilgi sahibi olabilirsiniz.

Lenf Kanseri

Lenf kanseri, lenf dokularını ve enfeksiyonlara karşı savaşta büyük önem taşıyan, diğer dokuları da etkileyebilen kanser türüdür. Erken belirtileri yüksek ateş, lenf düğümlerinde büyüme, ve kilo kaybına olan lenf kanseri, lenf düğümlerinin lastik kıvamını alması ile dalak ve karaciğerde yayılır.

Lenf Kanserinin Nedeni?

Nedeni genel olarak, bağışıklık siteminin bozulması, virüs ya da başka tür enfeksiyonlardan kaynaklanır. Lenf kanseri genelde 20-40 yaş arası erkeklerde görülür. Çok tehlikeli kanser türlerinden de biri olan bu hastalık için derhal tedavi başlatılmalıdır. Aksi durumda hastalık giderek ilerleyecek ve tedavisi daha da güçleşecektir. Tedavi edilmemesi halinde ise sonucu ölümdür.

Lenf Kanserinin Başlıca Belirtileri

  • Aşırı ateş,
  • Ani ve istemsiz kilo kayıpları
  • İştahsızlık
  • Deride kaşınma,
  • Sık sık terleme
  • Nefes darlığı ve yorgunluk

Hastalık Tam Olarak Tedavi Edilebilir mi?

Şu an için gelişen teknoloji ile birlikte erken tanı da tedavinin başarılı olma ihtimali vardır. Hatta düzenli bir tedavi sürecinde hastalık ortadan tam anlamıyla kaybolabilir.

Sol Böbrek Ağrısı ve Böbrek Taşı

Böbrek ağrıları farklı birçok nedenden kaynaklanır. Bu ağrılar bazen bir, bazen de her iki böbreğe bağlı olarak gelişir. Tek böbrekten kaynaklı ağrıların belirtileri genelde geç görülmekle birlikte, çoğu zaman hastalar tarafından böbreğinin ağrıdı dahi düşünülmez. Bu sebebi sağlam böbreğin, vücudu aksatmayacak şekilde görevini yerine getirmesidir.

Sol Böbrek Ağrısı

Eğer kişinin sol böbreği ağrı yapıyorsa muhtemelen böbrek kumu, diğer bir deyişle böbrek taşı sorunu yaşıyor demektir. Böbrek taşı genellikle sol böbrekte olmak üzere, kişinin bir böbreğinde görülmektedir.

Sol böbrek ağrısının diğer bir nedeni de aşırı egzersizdir. Bünyeyi çok fazla zorlayacak şekilde egzersiz yapmak, çoğunlukla sol böbrek olmaz üzere her iki böbrekten birinde ağrı yapar. Bu ağrının hangi sebepten kaynaklandığını öğrenmek için de mutlak doktora gidilmelidir. Ardından doktorun koyacağı teşhise göre tedavi aşamasına geçilmeli ve doktor tarafından yapılan uyarılar dikkate alınmalıdır.

Böbrek Taşı Neden Oluşur?

Toplum genelinde sıkça karşılaşılan bir rahatsızlıktır. İdrarda koruyucu görevde olan olan bazı maddelerin vücut tarafından az ya da hiç salgılanamaması taş oluşumuna yol açar. Böbrek taşı, böbreğin pelvisinde ve böbrek havuzcuğunda görülür.

Sıcak, yüksek rakımlı ve coğrafyalarda böbrek taşı problemime sık rastlanılır. Bunun sebebi güneşten dolayı vücudun D vitamin sentezinin armasına bağlı olarak başta kalsiyum olmak üzere bağırsaklarda maddelerin daha fazla emilimine neden olması ve burada kalsiyum taşlarının oluşmasıdır.

Taş oluşum riskini arttıran unsurlar ise şunlardır:

  • Yeterince sıvı almamak
  • Genetik etmenler
  • Yaş cinsiyet ve ırk
  • Az hareket
  • Hareketsizlik
  • Coğrafya şartları ve iklim

Böbrek Taşı Belirtileri

  • Şiddetli ağrı
  • Bulantı
  • Kusma
  • İdrardan kan gelmesi
  • İdrar yaparken aşırı zorlanma

Böbrek Taşı olan biri neler yapmalıdır?

  • Bol su içmek
  • Çay, kahve ve kola gibi böbreği zorlayıcı ve zararlı içecekleri az tüketmek
  • Tuz kullanmamak ya da olabildiğince azaltmak
  • Düzenli egzersiz yapmak
  • Şok kilo kayıpları yaşamamak

Böbreğimize mikroskop ortamında bakalım

Diş Fırçalama Teknikleri ve Dil Temizliği

Fırçayı ıslatmadan kullanmak önemlidir. Ağızdaki tükürük miktarı macunun yeteri kadar köpürmesi için yeterlidir. Macunu ise fırçayı dolduracak şekilde sıkmak yanlıştır. En fazla mercimek büyüklüğünde macun sıkılmalıdır çünkü fazla macun kullanılması ağızda acı bir tat bırakır bu da dişler tam olarak temizlenmeden diş fırçalama işlemini bitirmeye neden olur.

Ayrıca Ağız ve Diş Sağlığımız İçin Ne Yapmalıyız? adlı knumuzda ağız ve diş sağlığınızı nasıl koruyabileceğinizi öğrenebilirsiniz.

Diş fırçalama işlemi de kesinlikle yatay yönlü olmamalıdır. Yatay fırçalama diş minesini aşındırır, bu da dişlerinizin ömrünü kısaltır. Ayrıca diş hassasiyeti artar ve dişlerde renk değişikliğine sebep olur. Diş etlerinin çekilmesine yol açar.

Sağlıklı Diş Fırçalama Teknikleri

  1. Sık yapılan hatalardan biri diş fırçasını ıslatarak fırçalama işleminin yapılmasıdır. Doğru olan fırçanın kuru olmasıdır.
  2. Diş macunu olabildiğinde az sıkılmalıdır. Çok diş macunu sıkmak dişleri daha iyi temizlemez.
  3. Fırçalama işlemi 45 derecelik açıyla dişetinden dişe doğru ve dairesel hareketler uygulayarak yapılmalıdır.
  4. Fırçalanma ön dişlerden başlanmalı ve arka dişlere doğru tüm dişlerin fırçalanmasına dikkat edilmelidir.
  5. Dişerin sadece ön yüzü değil, arka yüzleri de fırçalanmalıdır. İşlem, ön dişlerin arka yüzlerine doğru fırça dikine tutularak ve çok bastırmadan yapılmalıdır.
  6. Son olarak da ileri geri hareketlerle dişler temizlenmelidir.

Dil Temizliği

Ağız bakımının son aşaması ise dil temizliğidir. Bu aşama da en az diş temizliği kadar önemlidir. Çünkü ağız kokusuna neden olan bakteriler dilde bulunur. Dil temizliği iyi yapılmazsa bu bakteriler rahatsız edici biçimde koku yapabilir.

Dil için özel fırçalar kullanılabileceği gibi normal diş fırçaları da kullanılabilir. Fırçayı dilin arka bölümünden öne doğru bastırmadan, süpürür gibi temizlemek en doğru dil fırçalama tekniğidir. Ancak bu işlem yapılırken çok bastırılmamalıdır. Dili aşındıracak şekilde bastırmak istenmeyen yaraların çıkmasına neden olur.

Alternatif Ağız Temizliği Ürünleri

Bunlar dışında diş ipleri, ağız duşları, ağız gargaraları ve spreyleri de diş temizliğinde kullanılabilecek ürünlerdir. Sadece alınan ürünün kaliteli olması gerekir. Onun dışında bu ürünleri kullanmanın herhangi bir sakıncası yoktur.

Diş Fırçası Ne Zaman Değiştirilmelidir?

Ortalama 3 ay içinde diş fırçası yıpranır. Bu da fırçada bakteri oluşumuna neden olur. O nedenle en geç 3-6 ay içinde diş fırçaları yenilenmelidir.

Pankreas İltihaplanması Belirtileri ve Tedavisi

Pankreasın sürekli ya da iveğen iltihaplanması durumudur. İveğen pankreas iltihabında ( iveğen pankreatit); iltihaplanma, pankreasın etkinleşmiş indirim sistemi enzimlerinin bağırsağa dökülmesi gerekirken, organ dokularına kaçak yapması, sızdırması halinde ortaya çıkar. Bu kaçak pankreas dokularının kendi kendilerini sindirmesine neden olur. İlk iltihaplanma sırasında hastanın bünyesinde oluşan tepkime önemlidir. Zira ilk belirtiler şiddetli ise yerel doku ölüme yol açabilmektedir. Kronik pankreas iltihabı ise sindirim enzimlerinin eksikliği nedeniyle alınan gıdaların sindirilmemesine yol açar. Bununla birlikte zaman içinde istem dışı kilo kaybı da görülebilmektedir. Sık sık tekrar eden akut pankreas iltihabına genelde safra taşları neden olur. Safra taşları, pankreas kanalını kapatır ve buradan geçmesi gereken enzimler o kanaldan geçemez. Bu nedenle sindirim enzimleri pankreasa geri döner ve bu da pankreas iltihaplanmasına yol açar.

İveğen Pankreas İltihabı Belirtileri

Kişiden kişiye farklılık göstermekle birlikte genel olarak karın şişmesi ve deri dökülmesi, pankreas iltihabında görülen başlıca belirtilerdir. Yaş ve cinsiyete göre de değişiklik gösterebilen belirtiler, farklı hastalıklarla da tetiklenip daha farklı bir biçimde kendini de gösterebilir.

İveğen (akut) pankreas iltihabı belirtilerinden bazıları ise şöyle;

  • Mide Bulantısı
  • Sık sık kusma
  • Yüksek Ateş
  • Nabzın hızlı atması
  • Aşırı terleme
  • Karnın normalden fazla şişmesi
  • Hazımsızlık
  • Gaz
  • Hıçkırık tutması
  • Deride döküntüler yaşanması
  • Çabuk yorulma ve aşırı yorgunluk hissi
  • Baş ağrısı

Kronik Pankreas İltihabı

Yine, iveğen pankreas iltihabında olduğu gibi kronik iltihaplanmalarda yaş, cinsiyet, mevcut hastalıklar ve bünye yapısı da hastalığın farklı biçimde görülmesine neden olur. Kronik pankreas iltihabı belirtileri;

  • Mide Bulantısı
  • Sık sık kusma
  • Yüksek Ateş
  • Hazımsızlık
  • Sindirim sorunları
  • Kötü kokulu ve yağlı dışkı
  • İstem dışı kilo kaybı, olarak sayılabilir.

Pankreas İltihabı Tedavisi

  1. Pankreas iltihabının tedavisinin ilk aşamasında sindirim sorunlarının önüne geçilmeye çalışılır. Enzimlerin tekrar sindirim görevini yapması sağlanarak hazımsızlığın önüne geçilir. Bu ilk müdahale, iltihabı kontrol altında tutmak ve hastalığın önüne geçmek içindir. Bu süre içinde hasta çok su kaybı yaşayacağı için sıvı takviyesi yapılır. Bu evre geçilene kadar sıvı ağırlıklı beslenmeye dikkat edilmelidir.
  2. İkinci aşamada, iltihaplanma kontrol altına alındıktan sonra sıvı yerine daha yumuşak gıdalar ile beslenilir. Bu süreçte karın ağrısını azaltmak için hastaya analjezik verilebilir.
  3. Bundan sonra ise hastalığa neden olan etmenler ortadan kaldırılır. Pankreas dokusunun zarar görmesi durumunda cerrahi müdahale de gerekebilir.

Renk Körlüğü Nedir, Renk Körleri Ehliyet Alabilir mi?

Renk körlüğü, belirli renklerin ayır edilememesi ile ilgili genellikle kalıtımsal olan bir çeşit göreme bozukluğudur. Renk körlüğüne (tıbbi kaynaklarda daltonizm olarak da geçebilir) sağlıklı bir gözde bulunan ışığa duyarlı kırmızı, yeşil ve mavi koni biçimindeki hücrelerdeki pigmentlerden birinin yetersizliği ya da yokluğu yol açar. Hastalığın en çok rastlanılan biçimi, kırmızı ve yeşil renklerinin ayırt edilememesidir.

Renk körlüğü başka hastalıkları tetiklemez ya da etkilemez. Bu neden sağlıksal açıdan önemli bir hastalık değildir. Ancak renk körlüğü bulunan kişilerin, kırmızı ve yeşil ağırlıklı işlerle uğraşmamaları gerekir. Bunlar karayolu taşıtlarında sürücülük, demiryolları, deniz yolları, denizcilik ve pilotluk gibi alanlardır. Çünkü buralarda kullanılan ışıkların sırası ezberlendiği için renk görmeden de bilinebilir ancak bir anlık dalgınlıkta da istenmeyen sonuçlar görülmesi yüksek bir ihtimaldir.

Renk Körleri Ehliyet Alabilir mi?

Sürücü adayının motorlu bir aracı kullanmak için gerekli görme yetisine sahip olduklarından emin olunması amacıyla öncelikle bir ön değerlendirme ya da test yapılır.. Kişilerin görme keskinliğinin yetersiz olduğuna kanaat getirilirse ya da gözle ilgili bir hastalığa dair bir şüphe duyulursa bir göz doktoru tarafından muayenesi istenir. Bu noktada doktorun vereceği rapor önemlidir. Eğer araç kullanmak için yeterli görme keskinliği yoksa kişi ehliyet alamaz.

Renk Körlüğü Lensi

Göze giren ışığın dalga boylarını değiştirip, renk körlerinin kırmızı ve yeşil renkleri ayırt etmesine yarayan bir tür mercektir. Bu mercek sayesinde renk körleri, algılayamadıkları renkleri ya da biçimleri algılayabilir.

Özellikle trafiğe sık çıkan ve düzenli olarak araç kullanan renk körlerinin bu tür aparatlar kullanması gerekir.

Lens seçimlerinde ise seçici davranmak önemlidir. Hassas bir organ olan gözde kalitesiz bir lens kullanmak renk körlüğünden daha büyük sorunlara yol açabilir. Bu nedenle lens almadan önce iyi araştırma yapılmalı, takıldıktan sonra da görme dengesi ve işlevi iyi takip edilmelidir.

Hepatit B Nedir?

Hepatit B karaciğer üzerinde iltihaplanmaya yol açan bir hastalık türüdür. Bu hastalığa ise Hepatit B virüsü (HBV) neden olmaktadır. Bu gruba ait olduğu pek çok Hepatit virüsü bulunur. Bu virüs ise karaciğerde ortaya çıkan bir virüs şeklidir.

Hepatit B Belirtileri

Hepatit B sinsi ilerleyen bir hastalık türü olarak bilinir. Bazı belirtileri hastalarda uzun dönemler boyunca görülemeyebilir. Bu hastalıktan korunmak için Hepatit B belirtileri gibi şeyleri bilmekte yarar vardır. Bu şekilde hastalığın daha kolay fark edilmesi sağlanabilir:

  • Kişilerin yaşadığı sürekli yorgunluk hali
  • Kendini güçsüz hissetme durumu
  • İştah kayıpları
  • Vücudun belirli yerlerinde oluşan kırmızı lekeler
  • Kilonun azalması
  • Karaciğer bölgesinde oluşan ağrı
  • Bu bölgede oluşan kaşıntı
  • Uyku düzeninde sorunların oluşması
  • İdrarın durumunda değişimler
  • Mide bulantısı ve kusma
  • Cinsel isteksizlik

Hepatit B Nedenleri ve Tedavisi

Bu belirtiler sonrası Hepatit B hastalığı riski düşünülebilir. Bazı sorunlar Hepatit B nedenleri konusuna neden olabilir. Hepatit B hastalığına neden olan şeyler arasında ise; genetik nedenlerkan yolu ve cinsel ilişkiler sayılabilir. Hepatit B hastalığı oldukça bulaşıcı bir hastalık olarak bilinmektedir. En çok bulaşma nedenleri ise bu şekilde oluşur.

Bu hastalığın tedavisi için ilaç yöntemi seçilir. Kullanılan ilaçlar karaciğer üzerinde etkili olmaya başlayacaktır. Böylece Hepatit B tedavisi işleminde iyi sonuçlar alınmaya başlayabilir. Bu ilaçlar karaciğer üzerinde oluşan sorunların ve hasarların çözülmesinde işe yarayacaktır.

Hepatit B tedavisi

Bu hastalığın tedavisi için bu ilacın başarılı sonuçlar ortaya çıkardığı görülmüştür. Hastaların çok büyük bir çoğunluğunda ilacın işe yarar etkileri bilinmektedir. Bu ilaç tedavisi hastalığın ilerlediği durumlar için kullanılır. Öte yandan hastalığın az görülen zamanlarında iğne tedavisiyle sonuçlar alınabilir. Doktora danışılarak kullanılması gereken bir iğne türüdür. Çünkü bu iğnenin çok fazla yan etkisinin bulunduğu bilinmektedir. İğnenin kullanılmasıyla birlikte bağışıklık durumunda iyileşmeler görülecektir. İğne tedavisiyle bağışıklık sistemi hastalığa karşı daha çok güçlendirilecektir. Hepatit B tedavisi türün ağırlığına bağlı olarak bu şekilde tedavi edilir. İlaçların ve iğnelerin kullanım süreleri doktor gözetimi altında tutulmalıdır.

Exit mobile version